Hakkımızda

Altınoluk 1986 - Mart, Sayı: 001, Sayfa: 002

Hani Rabbin Ademoğullarından -onların sırtlarından zürriyetlerini çıkarıp- kendilerini nefislerine şahid tutmuş, "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" demişti. Onlar da "evet" Rabbimizsin" şahid olduk demişlerdi. İşte bu şahidlendirme kıyamet günü "Bizim bundan haberimiz yokdu" dememeniz içindi.

Yahud "daha evvel ancak atalarımız Allah'a şirk koşmuşdu. Biz de onların ardından gelen bir nesiliz. Şimdi o bâtılcıların işlediği günahlar yüzünden bizi helak mi edeceksin" dememeniz içindi.

İşte biz ayetleri böyle açıklıyoruz. Olur ki küfürlerinden dönerler...

A'raf Suresi: 172-174

Aziz okuyucu,

Allah Teala önümüze bir ufuk çizgisi koymuş: "Hayra, iyiliğe, güzelliğe çağıran, iyiliği emreden, kötülükten sakındıran..." Bu ufuk çizgisi, Kur'an nazil olalı beri mü'minin önünde durup duruyor. Koşumuz hep ona. Mü'min, vasıflarım Allah Tealanın belirlediği bu ümmeti inşa etmekle görevli. Hz. Peygamberse mü'minleri, birbirini yıkayan iki ele benzetiyor. Ve "Din nasihattir" buyuruyor.

İslam 'ın bir iç mantığı var. Bir sistem mantığı. Her müessesenin diğerini bütünleyen, diğerini inşa eden bir iç manzume bu. Bu çerçevede düşünüldüğü zaman, "ümmet inşaı" nin, İslam'ın her müessesesine bir "oluş sebebi" halinde zikredildiğini görüyoruz. Mü'min, bir başka ayette belirtildiği üzere "hayırlı ümmet "e layık olabilmek için, kendi kişiliğinden başlamak üzere bir "oluş vetiresi"ne girecek.

Ümmet vasatı, topyekun bir arındırma vasatıdır. Mü'min önce kendi nefsini İslam dışı şeylerden arındıracak, sonra da kardeşinin arınmasına yardım edecek. Bundan, alınların secde izi parlayan, birbirlerine karşı rahmet kanatlarını germiş, kirden ve kinden arınmış, sevgiyi bir Allah emaneti olarak paylaşan kardeşim kendi nefsine tercih eden "hayırlı ümmet" doğacak. Ümmet vasatı, herkesin birbirine gönlünü sonsuz ölçüde açtığı bir "nasihat" vasatıdır.

Aziz okuyucu.

"Neden çıkıyoruz?" sorusunu kendimize sorduğumuz zaman, yukarda ki değerlendirmeyi yaptık. Doğmak bir sorumluluktur. İnsan, hayata gözlerim açarken, Allah'ın emanetim sırtında bulur. Verilen her nimet bir sorumluluğa karşılıktır. Sıhhatin, ilmin, malın, soluk alıp vermenin, yaşamanın elhasıl, bir sorumluluğu var. Buna "hayatın gayesi" deniliyor.

Her mü'min, bu gayeyi belli nisbetlerde yakalamaya çalışır. Bir camide omuzlarım kardeşinin omuzlarına dayamış ve birbirinden yürek bütünlüğü soluklayan mü'minler de, herkesin uyuduğu saatlerde "ümmet için" el açanlar da, seccadesini göz yaşıyla ıslatanlar da hep bu gayeye uzanıyorlar.

Altınoluk, deyiniz ki, safınıza girip omuzlarını size yaslayan, sizden sıcaklık, yürek bütünlüğü, sevgi ve rahmet algılayan ve size sadece bu duyguları vermeye çalışan bir ufuk yokuşudur. Deyiniz ki, gönülleri tevhid inananda buluşturan Kıble'ye bir işaret taşı olma dileğindedir. Deyiniz ki, "ümmet ufku"nu taçlandıran Kabe'nin bir parçasını isim olarak almakla, ona layık olma cehdine girecek bir gönül eridir. Sanki, dünyanın her tarafında, mü'minlerin içinde kopan "Altınoluk'ta buluşalım " coşkusuna katılma sevincidir.

Allah'tan niyazımız, niyetlerimizde ihlası daim kılmasıdır.

Allah'a emanet olunuz.