Dünyaya, Oynamaya Mı Geldik?

 

Muhterem Okuyucularımız;

Dünya hayatı, bir oyun ve eğlenceden ibarettir. İnsanı cezbedecek birçok süs ve ziynet ile süslenmiştir. Cenâb-ı Hak, bu hakikati şöyle ifade buyurmuştur:

“İyi bilin ki dünya hayatı ancak bir oyundan, bir eğlenceden, bir süs ve gösterişten, aranızda bir övünmeden, mal ve evlâtta çokluk yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibi ki, onun bitirdiği ekinler çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kuruyuverir de sen onu sapsarı kesilmiş görürsün. Ardından da çerçöp hâline gelirler. Âhirette kâfirlere şiddetli bir azap, mü’minlere ise Allah’tan bir bağışlama ve rızâ vardır. Evet, dünya hayatı, aldatıcı bir menfaatten başka bir şey değildir.” (el-Hadîd, 20)

Âyet-i kerîme, insanların gözlerini alan, gönüllerini çelen bu hayatı ne güzel hulâsa etmiş.

Bir bakıyorsunuz, sizi cezbeden bir hâlde karşınıza çıkıyor, hayran olup bağlanıyorsunuz. Ardından bir de bakıyorsunuz, o cezbeden ışıltılar bir anda kaybolmuş; maskeler düşmüş, aynanın sırları dökülmüş ve geriye çirkin bir mahlûk kalmış.

Dünyanın bütün unsurları böyle değil mi? İnsanın gönlünü çelen kadınlar, erkekler, çocuklar, evler, mallar-mülkler, tarlalar, bahçeler, yalılar, mevkiler-makamlar, arabalar… İnsan, peşinde koşup uğruna nice fedakârlıklarda bulunduğu bu dünya metâına sahip olduğu anda, o varlıklar bir anda gözünden düşüveriyor; eksiklerini-kusurlarını görüyor. İçi eline geçenle bir türlü tatmin olmuyor; hemen gönlü “bir başkasına” kayıyor. Zira bu değişkenliğin iki veçhesi var; biri sahip olunan eşyada, biri de insanın bizzat kendisinde…

Ulaşılan/sahip olunan eşya/varlık; insana, sonsuz mutluluk verecek şekilde tanzim edilmemiş. Bir müddet haz veren şey, ifrata düştüğümüzde acı vermeye başlıyor. Meselâ en sevdiğiniz bir yiyeceği düşünün; ondan bir porsiyon iştahla yediğinizi… Ardından aynı süratle bir tepsi veya bir kazan yediğinizi… Artık tiksinti verecek noktaya gelir ve bir müddet yüzünü bile görmek istemezsiniz. Zira dünyaya ait bütün bu eşya ve varlıklar, insana “sonsuz” ve “acısız” bir mutluluk vermez. Dünyadaki her şey, bir müddet sonra zıddına inkılâb eder.

İşin bir de insan tarafı var. İnsan, bu dünya için yaratılmamış ki bu “dünyadaki şeyler” onu “tatmin etsin”! Hayali “sonsuzluk diyarı” olan ruh, bu dünyadaki hiçbir şeyle mutlu olmuyor. Allah’tan gelen ruh, dünyada kendine bir mekân ve tesellî bulamıyor. Sonsuzluk diyarının gölgeleriyle avunuyor; ama rûhun beklediğinin bu olmadığı anlaşılınca, büyük bir hayal kırıklığı ve boşluk yaşanıyor. Ruh, huzur bulamayınca, başka “eğlencelere” dalıyor. Nihayet eğlencelerin hiçbiri insanı “eğlendirmemeye” başlayınca, dünya yaşanılmaz bir hâle dönüyor; ya dünyaya küsüyor, ölüme götürecek yollar arıyor ya da dünyayı başkalarına dar etmeye başlıyor.

Ne buyuruyor yüce Rabbimiz:

“Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (el-Mü’minûn, 115)

Neticede hepimiz dünyaya geldik ve gidiyoruz. Yaptıklarımız, yapacaklarımız bizimle kalacak. Hepsini amel defterimizde göreceğiz; iyilikleri de kötülükleri de…

Cenâb-ı Hak, hepimize dünyanın hakikatini, vaktiyle görmeyi nasîb etsin. Bu fânî dünya hayatından ebedî yurdumuza götüreceğimiz âhiret sermayemizi gerektiği gibi devşirmeyi kolaylaştırsın. Bizi, her ânı cevher misâli kıymetli olan bu kısacık ömrümüzde, rızâsına ulaştıracak amel ve ibadetlerle meşgul eylesin; vaktimizi çalacak yahut gazabını celbedecek her türlü boş iş ve meşgaleden de muhafaza eylesin. Âmîn.

 

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle