Mustafa Temel Amca’nın Ardından

“Bir Garip Ölmüş Diyeler”

Bu gurbet diyarından bir güzel insan daha vatan-ı aslîsine göç eyledi.
Önden gidenlere selâm olsun!
Evet, burası gurbet diyarı nâm-ı diğer dünya...
Hatırlıyorum, büyüklerimiz bu âlemden bahsederken “dünya” kelimesi yerine “gurbet diyarı” tamlamasını kullanırlardı. “Bu bir rastlantı mı yoksa hususi bir tercih mi?” diye düşünürdüm. Bir gün lügati karıştırırken gurbet kelimesinin “ayrı ve uzak olma”, “yabancı yerde olma” mânâsını ihtiva ettiğini gördüm. Ve o an anladım ki büyüklerimizin bu âleme gurbet demeleri aslında bir rastlantı değil aksine hususi bir tercihmiş.
İnsanın nerede olduğunu fark etmesi nereye gideceği idrakinin de ön şartıdır. O yüzden evvela içinde yaşadığımız bu âlemin asıl vatanımız olmadığını, bizimse gurbet diyarının yerlisi değil yabancısı olduğumuzu fark etmemiz sonra da asıl vatanımızın ebedî âlem olan cennet yurdu olduğunu hatırlayıp bu yurda ulaşabilmenin derdine düşmemiz gerekiyor.
Zira can orada canan orada...
Yâr orada yâren orada...
Aşk orada vuslat orada...
Vuslata erenlere müjdeler olsun!
Önden gidenler kervanına katılıp vatanı aslîsine göç eyleyen bir  güzel insan da Mustafa Temel amcamız oldu. Kendisi ile tanışmamız -Allah kendilerine hayırlı ömürler versin- Kemalettin Altuntaş Amcamızın vesilesi ile oldu. Kemalettin Amcamız’a Sultantepe’ye taşındığımı söylemiştim. Bunun üzerine Kemalettin Amcamız: “Öyleyse Mustafa Abi ile muhakkak tanışın, iki mürşide hizmet etmiş bir gönül insanıdır, gül bahçesinde duran gül kokar evladım, duasını alıp gül kokusunu alın inşallah” buyurarak Mustafa Amcamızın telefon numarasını verdi.
Ertesi gün aradım, beni ikindi namazına Hacı Hasna Hatun Camisi’ne çağırdı. Namazı kıldık ardından da caminin bir köşesine geçip sohbet ettik. Sohbet 5-10 dakika kadar sürdü. Tüm samimiyetimle söylüyorum ki hayatımda Üstadlarımızın sohbetleri müstesna, tesiri bu kadar yüksek başka bir sohbette bulunduğumu hatırlamıyorum.
Mustafa Amcamız sohbette sadece konudan bahsetti: birincisi Rasulullah sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz, ikincisi O’na muhabbetten... Sohbeti şu veciz mısralarla bitirmişti: “Muhabbetten Muhammed oldu hasıl, Muhammedsiz muhabbet ne hasıl?”
Mustafa Amcamız bu gurbet ellerindeki yegâne derdimiz olan asıl vatanımıza kavuşma derdimizin dermanını da bize söylemişti. Tıpkı şairin: “Muhammed’e (sallallahu aleyhi vessellem) muhabbet cennetin anahtarıdır” mısraında husule getirdiği gibi...
Kendisini en son gördüğümde durumu iyice ağırlaşmıştı ancak buna rağmen akşam namazlarını köşkte kılmaya devam ediyordu. Sessizce bir köşede oturup edeple Üstadını uğurluyor sonra da huzur-i kalp ile mescitten ayrılıyordu. İmrenilecek bir hâldi doğrusu.
Ondaki bu hal şüphesiz büyüklerin “Edeple gelen lütufla gider” müjdesine kalben inanmışlığın, kâmilen yaşanmışlığın tezahüründen başka hiçbir şey değildi. Zaten Mustafa Amcamızın Musa Efendi Üstadımızın hizmetine kabulündeki en büyük sebep de onun edeb ve ahlakı olmuş. Şöyle ki:
Seneler evvel Musa Efendimizin evindeki bazı eşyaları taşımak için bir grup arkadaşıyla köşke geliyorlar. O vakitler köşkün bahçesinde bir elma ağacı bulunuyor. Ama kimse elmaları toplamadığı için meyveler dalında duruyor. Haneden gelen rica üzerine Mustafa Amca ağaca tırmanıp elmaları toplamaya başlıyor. Ancak bir müddet sonra köşkün perdelerin açık olduğunu ve içerisinin görüldüğünü fark ediyor. Hemen ağaçtan aşağıya atlayıp haneden perdenin kapatılmasını rica ediyor. Mustafa Amcamızın bu edebi ve ahlakı Musa Efendimizi ve valide annemizin dikkatini celbediyor. Ve böylelikle Mustafa Amcamızın hizmet yolculuğu başlıyor. Dile kolay tam 55 yıl Üstadlarımızın hizmetinde bulunuyor.
Cenâb-ı Hak bu kıymetli hizmetlerini dergâh-ı uluhiyetinde kabul eylesin. Kabri nur, mekânı cennet, makamı âlî olsun. Ruhu için 1 Fatiha 3 İhlas okuyalım inşallah...

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle