Osmanlı’da saray mutfağı, imarethaneler, meydanlar, evler ve tekkelerde aşure kaynardı. Bilhassa tekkelerde iki vakitte aşure pişirilmesi adetti. İlk aşure Muharrem ayında pişirilirdi ki bu Kerbela Faciası’nı yad etmek adına yapılan bir matem aşuresiydi. İkinci olarak Safer ayında pişen aşure ise yukarıda ifade ettiğimiz üzere Hz. Zeynelabidin (ks) Efendimiz’in hayatta olduğu haberi vesilesiyle gönüllerde duyulan mutluluğun bir tezahürüydü.
Hicri senenin ilk aynı olan Muharrem ayının onuncu günü yani aşure gününde Hz. Adem(as)’ın tövbesinin kabul edilmesi, Hz. Nuh(as)’ın gemisinin tufandan kurtulması, Hz Yakup(as) ve Hz. Yusuf(as) peygamberlerin birbirine vuslatı, Hz. Eyyub(as)’ın hastalıklarından necat edip şifa bulması, Hz Musa(as)’ın beni İsrail ile Kızıldeniz’i geçerek kavmini Firavun’un şerrinden emin eylemesi, Hz Yunus(as) Nebi’nin balığın karnından çıkartılması, Hz İsa(as)’ın göğe yükseltilmesi gibi birtakım müjdeli hadiseler zuhur etmişti. 10 Muharremde aynı zamanda İslam alemini yasa boğan Kerbela faciası yaşanmıştı. Hicri 61 senesinin 10 Muharrem gününde birtakım bedbaht ve haysiyetsiz insanlar Ciğerpare-i Rasulullah, Ehl-i Beyt-i Mustafa, Evlad-ı Kevser, Al-i Aba Hz. Hüseyin Efendimiz’e Kerbela’da kıyıp onu şehid ettiler. Teşne lebler o gün kan ile galtan olmuş, kainat matem libasını giyinmiş, semavat u zemin ağlamıştı. Aşure isimli tatlı da, ismini Muharrem ayının yevm’ül aşurasından, onuncu gününden almıştır.
Rivayet odur ki Hz. Nuh (as)’ın gemisinin erzağı azalınca kalan erzak ile bir aş pişer. Bu aş da aşure çorbasının ta kendisidir. Ecdadımız da Hz. Nuh(as)’ın sünnetini tatbik etmek gayesiyle aşure pişirme kültürünü en güzel bir şekilde yaşatmışlardır. Ayrıca Kerbela faciası sonrası Hz. Hüseyin (ra) Efendimiz’in evladı Zeynelabidin (ks.) Hazretlerinin hayatta olduğu öğrenilip Ehl-i Beyt-i Mustafa’nın devam etmesi vesilesiyle yaşanan saadet de bir başka aşure geleneğine, safer aşuresine, vesile olmuştur.
Osmanlı’da saray mutfağı, imarethaneler, meydanlar, evler ve tekkelerde aşure kaynardı. Bilhassa tekkelerde iki vakitte aşure pişirilmesi adetti. İlk aşure Muharrem ayında pişirilirdi ki bu Kerbela Faciası’nı yad etmek adına yapılan bir matem aşuresiydi. İkinci olarak Safer ayında pişen aşure ise yukarıda ifade ettiğimiz üzere Hz. Zeynelabidin (ks) Efendimiz’in hayatta olduğu haberi vesilesiyle gönüllerde duyulan mutluluğun bir tezahürüydü.
Osmanlı İstanbul’undaki mutfaklarda kaynayan aşure aşında buğday birincil, nohut ve fasülye ise ikincil gıdalardı. İstanbul aşurelerinde bunların yanı sıra kuru meyveler, çam fıstığı, ceviz, fındık ve nar taneleri de bulunurdu. Hatta aşurelere çikolata ve badem şekeri dahi katılırdı. Ayrıca misk, amber, gül suyu gibi kokulu maddeler de aşureye ilave olunurdu. İlaveten buğday ve nohut gibi malzemelerin dövülmesiyle hazırlanan süzme aşure ve sütlü aşureler de pişirilirdi. Bunun haricinde taneleri muhafaza olunan aşure, daneli aşure şeklinde isimlendirilmişti. Süzme ve sütlü aşure bilhassa saray mutfağında ve bazı tekkelerde tercih edilirdi.
Topkapı Sarayı’ndaki üç ayrı mutfakta üç ayrı çeşit aşure hazırlanırdı. Aşağı mutfakta(büyük mutfak) bal ile pişirilen aşure, sarayın dış halkı ve İstanbul halkına dağıtılırdı. İkinci mutfaktaki aşure ise iç oğlanları ve zülüflü ağalara takdim edilirdi. Kuşhane mutfağında ise miskli aşure hazırlanırdı ki bu aşure de hanedan üyeleri ve divan üyeleri gibi sarayın hatırlılarına arz olunurdu. Misk haricinde amberle hazırlanan aşure de, tarihi kayıtlara yansımıştır.
Hanelerde aşure pişirmenin bereket ve bolluğavesile olduğuna inanılırdı. Bu vesileyle aşure zamanı evlere aşurelik malzeme girer ve hanelerde aşureler pişerdi. Bu esnada Yasin ve Mülk sureleri okunur, ev ahalisinin geçmişlerinin ruhuna dualar edilirdi.
Osmanlı’da aşure hazırlama erkanının en muazzam ve en zengin olarak yaşatılığı müesseseler şüphesiz ki Ehl-i Beyt-i Mustafa’ya duyulan muhabbetin en güzel şekilde izhar olunduğu tekkelerdir. Bilhassa dersaadet tekkelerinde aşure pişirme merasimleri en ahenkli bir şekilde icra olunurdu. Tekkelerde safer ve muharrem aylarında aşure pişmesi adettendi. Her tekkenin aşure pişirme zamanı belliydi ve İstanbul’un en kıdemli asitanesi olan Sümbül Efendi Hankahında 10 Muharrem tarihinde aşure kaynadıktan sonra diğer tekkelerde de aşure pişirilirdi. Safer ayının ilk haftasına kadar her gün bir tekkede aşure pişirilmesi mutaddı. Kazanlarda pişen aşure ebced hesabıyla Allah lafz-ı celilesine işaret eden 66 sayısına temsil olarak kepçelerle çifte vav çizilerek hazırlanırdı. Aşure kaynarken mutlaka kelime-i tevhid zikri yapılır ve sonunda gülbank çekilirdi. Pişen aşure kaplarda soğumaya bırakılır ve bu esnada kapların üzerine hususiyetle şifa niyetine Kur’an okunurdu. Aşure, tekkenin ayin gününden bir gün önce pişirilmeye başlanırdı. Tekkede pişen aşurelerden saraya gönderilenler de olurdu. Bazı tekkelerin kendilerine has aşure tariflerinin olması, aynı zamanda Osmanlı mutfağnda aşure kültürünün ne denli çeşitli bir yer edindiğine işaret eder. Tophane Kadirihanesinde kaymaklı aşure, Şehremini’deki Sa’di tekkesinde üstü süslü aşure, Cerrahi Asitanesi’nde süzme aşure, Eyüp’teki bazı tekkelerde sütlü aşure, Gelibolu Mevlevihanesi’ndeki sakızlı aşure bazı tekkelerin hususi tariflerindendi.
YORUMLAR