Ehl-i hakîkat dünyayı şöyle târif etmişlerdir: “Dünya nedir? Dünya insanı Allah’tan gâfil edip alıkoyandır. Yoksa ne altın ve gümüş ve ne de evlâd ü ıyal dünya değildir. Meğerki Cenâb-ı Hakk’ın ibâdetinden alıkoysun. Kalbi Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetinden ve ibâdetinden alıkoymadıkça bunlar dünya değildir.” Nitekim Abdü’l-Kâdir Gîlânî -kuddise sirrûh- öyle buyurmuştur:
“Mal, para, servet, cepte, kasırda, evde ve mağazada câizdir. Fakat kalpte câiz değildir. Mü’minin kalbi nazargâh-ı ilâhîdir.”
Cenâb-ı Hak -azze ve celle- hazretlerinin nazarı da dâimâ mü’minlerin kalbinedir. Nitekim hadîs-i şerîfte buyurulmuştur:
“Cenâb-ı Hak -azze ve celle- sizin cisminize, zâhirî kalıbınıza ve sûretinize nazar etmez. Belki kalbinize nazar eder.” İşte bu hadîs-i şerîfte amel ile kalb birlikte buyurulmuştur ki amel de kalbin tercümanı, alâmet ve nişanıdır. Nitekim diğer hadîs-i şerîflerde:
“Her şeyin bir alâmeti vardır. Îmânın alâmeti de namazdır.” buyurulmuştur. Pek çok âyet-i celîlede de ekseriyetle: “Îmân edenler ve sâlih amel işleyenler…” buyurulmuştur ki, îmân ile amel dâimâ birbirine mukârin ve mülâzimdir. Zîra amel, ibâdet ve tâata devam, îmânı kuvvetlendirir.
“Her ümmetin helâkini mûcib bir fitne vardır. Benim ümmetimin sebeb-i helâki ise dünya malıdır.”
“Tahkîkan bu altın ve gümüş sizden evvel gelen ümmeti helâk etti. Siz de buhul, hırs, tefâhürden ictinâb etmediğiniz takdîrde sizin helâkinize de sebep olur.” (Müslim)
“Bu ümmetin evvelkileri zühd ve yakînî îmân ile necât buldu. Ümmetimin sonra geleni de cimrilik ve tûl-i emel ile helâk olur.” (Râmuz)
“İhtiyarların kalbi iki şeyin muhabbetinde gençtir: Birisi çok yaşamak, diğeri para toplamak.” (Câmiu’s-sâgir)
“İhtiyarlık va’z u nasihat için kâfî bir alâmettir.” “Ömrünü ibâdetle ve salâh-ı hal ile geçirip vefat edenleri Cenâb-ı Hak mesrûren hayr ile ihyâ buyuracağı gibi -ıyâzenbillâhi teâlâ- vakitlerini isyan ve menâhi ile ve hırs-ı dünya ile geçirip vefât edenler de amellerine göre me’yûsen ve hüsran ile dirileceklerdir.”
“Cibrîl -aleyhisselâm- bana dedi ki: Ya Muhammed! Dilediğin tarzda yaşa, muhakkak öleceksin. Dilediğin kimseyi sev, muhakkak ondan ayrılacaksın, dilediğini işle, ne işlersen hayr u şerr onu bulacaksın.”
Bu hadîs-i şerîf ümmete tâlimdir. Binaenaleyh hayr veya şer işleyen onu kendisi bulacaktır. Sevdiği şeyden ayrılacak ve ölecektir. Nitekim şu âyet-i celîle dünya hayâtını temsil ediyor:
“Ey mükellef insanlar siz iyi biliniz ki, dünya hayâtı ehl-i gafletin oynadığı bir takım bâtıl oyuncak; müddet-i ömürlerinde nefislerini faydasız meşakkate dûçar eden bir lehv, nefislerinizin arzu ettiği ziynet ve hayâlât kabilinden lezzet ve şehevât-ı hayvaniye, yekdiğeriniz arasında mal, servet ve mansıb ile böbürlenmek ve evlâd çoğaltmaktan ibârettir. Halbuki bunlarla iftihar ve sevinmek şu yağmura benzer ki, yağmur yağar otları ekinleri bitirir, biten otların ekinlerin letâfeti güzelliği kâfirleri taaccübe sevk eder. Sonra o kâfirler görür ki otsuz, ekinsiz, kurumuş, sararmış, solmuş, yüzüne bakılmaz bir hale gelmiş. Rüzgâr sararmış çöp, saman ve otları havaya savurup hiç faydasız bir halde mahv u nâbûd eder gider. İşte insanın dünyada geçirdiği hayâtı da buna benzer. Nitekim insan da ölünce ölüsü ibretbahş bir şekilde yüzüne bakılmaz bir hale geldiği gibi dünyanın bakası yoktur. Biaenaleyh hayât-ı dünyaya aldanıp da ömrünü âmâl-i sâlihâdan mahrum bırakarak gafletle geçirenlere de âhirette şiddetli azab vardır. Ve itaat eden dostlarına da mağfiret-i ilâhiye ve rızâ-ı subhânî vardır. Netîce, hayât-ı dünya, ona aldanıp mağrur olanlara azıcık bir menfaatten ibârettir. (Hadîd Sûresi / 20)
Hadîs-i şerîfte buyurulmuştur:
“Âdemoğlunun iki vâdi dolusu altını olsa bir üçüncüsünü ister. Âdemoğlu’nun gözünü ancak toprak doyurur.” Bu yüzden akıllı olana yakışan dünyanın çer-çöpüyle uğraşarak nefsi yormamaktır; zîra rızık maksûmdur. Hiç kimse bu maksûm rızıktan fazlasına ulaşamayacaktır. (Mahmud Sâmî Ramazanoğlu-Musâhabe-6, s.29, Erkam Yayınları)
YORUMLAR