Âcizlik Mâzeret Değildir

İnsanın meşrû işlerini sonraya bırakması, ibâdetlerini ertelemesi, iyilikleri güzellikleri gördüğü halde onları yapmaması, zulüm karşısında susması tamamen nefsinden kaynaklanan bir acz hâlidir. İnsan, ilâhî bir sorumluluk altında olduğunu unutmayıp, bir âcizlik ifâdesi olarak belirtilen zaaflarından kurtulmaya gayret etmeli ve nefsin âcizliğini bir mazeret olarak ileri sürmemelidir.

Cenâb-ı Mevlâ, Habib-i Edibi, Rasûlü Kerîmi Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’e yüce kelâmı Kur’ân-ı Mübîn’inde doğrudan hitab ederek emirler vermiş, Server-i Âlem Efendimiz de bu emirleri bizzat îfâ ile ümmetine emsâlsiz bir örnek olmuştur. Yüce Rabbimiz’in Habîbine “Affet, istiğfar et, istişare et, tesbih et, secde et, yakîn gelinceye kadar ibâdet et, sabret, tevekkül et, tebliğ et, aralarında adâletle hükmet” şeklindeki ilâhî hitapları, Efendimiz bir hayatiyet kazanmış ve söz konusu emirlerin insanlar tarafından nasıl bir hayat tarzı haline gelebileceği bizzat nebevî uygulamalarla gösterilmiştir.

Rab Teâlâ’nın Habîbinin şahsında bütün mü’minlere vârid olan bir emri de istiâzedir. İstiâze Yüce Rabbe sığınmaktır. Kur’ân-ı Mübin’de “فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ” O halde Rabbine sığın.[1] emr-i ilâhîsi ve “Ey Nebî! De ki, yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlık çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, hased ettiği zaman hasedçinin kötülüğünden sabahın aydınlığının Rabbine sığınırım”[2] “De ki, (Ey Nebî) Cinlerden ve insanlardan, insanların kalblerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melikine, insanların İlahına sığınırım”[3] emirleri insanın gücünün yetemediği alanlarda Rabbinin sonsuz kudret ve korumasına sığınmasını telkin eder.

Gerçekte sığınmak; öncelikle şeytanın ve kötü insanların şerrinden, her türlü zarar, belâ, âfet ve müsîbetlerden muhafaza için Rabbe iltica etmektir.

Kur’an’ın beyanı ile Hazret-i Nûh, bilmediği şeyi istemekten[4] Hazret-i Yusuf kendisine şehvetle yaklaşan kadından, sonra kardeşleriyle arasında geçen olaylarda hata yapmaktan[5] Hazret-i Mûsâ, kavmine karşı alaycı tavır takınmaktan[6] Allah’a sığınmışlar ve O’nun yardımını dilemişlerdir.

Sertacü’l Enbiya Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’in dualarında ise farklı konularda istiâze ifadeleri görülür. Bu ilticâlar özellikle günlük hayatın sıkıntı ve problemleri içinde daralan insanlar için açılacak ilahi rahmet kapısıdır.

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem bir gün namaz vakti dışındaki bir zaman diliminde mescide girdi. Orada Ensar’dan Ebû Ümâme isimli şahsı tek başına otururken buldu. Kendisine:

“‒Ebu Ümâme! Hayırdır, namaz vakti olmadığı halde seni mescitte otururken görüyorum. Bir durum mu var?” diye sordu. Ebu Ümâme:

“‒Yakamı bırakmayan sıkıntılarım ve borçlarım var ey Allah’ın Rasûlü!” dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“‒Sabah ve akşama ulaştığında şu duayı oku:

اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْهَمِّ وَالْحَزَنِ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الْعَجْزِ وَالْكَسَلِ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الْجُبْنِ وَالْبُخْلِ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ غَلَبَةِ الدَّيْنِ، وَقَهْرِ الرِّجَالِ

“Allah’ım endişe ve üzüntüden sana sığınırım. Âcizlik ve tembellikten sana sığınırım. Korkaklık ve cimrilikten sana sığınırım. Borç yükü altında kalmaktan ve insanların baskısına maruz kalmaktan sana sığınırım.”

Ebû Ümâme diyor ki: “Ben, Allah Rasûlü’nün dediği gibi yaptım. Allah benim endişelerimi giderdi, borçlarımı ödememi nasip eyledi.[7]

Diğer bir nebevî istiâze ise şöyledir:

Sa‘d İbni Ebû Vakkas radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazlardan sonra şu duayı okuyarak Allah’a sığınırdı:

اَللّٰهُمَّ إنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْجُبْنِ وَالْبُخْلِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ أَنْ أُرَدَّ إلٰى أَرْذَلِ الْعُمُرِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ الدُّنْيَا ، وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ فِتْنَةِ القَبْرِ

“Allahım! Korkaklıktan, cimrilikten sana sığınırım. Erzel–i ömürden sana sığınırım. Dünya fitnesinden sana sığınırım. Kabir fitnesinden sana sığınırım.[8]

Efendimiz’in başka bir istiaze duası da şöyledir:

اَللّٰهُمَّ إِنّيِ أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْعَجْزِ وَالْكَسَلِ ، وَالْبُخْلِ وَالْهَرَمِ ، وَعَذَابِ الْقَبْرِ ، اَللّٰهُمَّ آٰتِ نَفْس۪ي تَقْوَاهَا ، وَزَكِّهَا أَنْتَ خَيْرُ مَنْ زَكَّاهَا ، أَنْتَ وَلِيُّهَا وَموْلَاهَا ، اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عِلْمٍ لَا يَنْفَعُ ، ومِنْ قَلْبٍ لاَ يَخْشَعُ ، وَمِنْ نَفْسٍ لَا تَشْبَعُ ، وَمِنْ دَعْوَةٍ لَا يُسْتَجَابُ لَهَا

“Allahım! Âcizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve kabir azâbından sana sığınırım. Allahım! Nefsime takvâ nasip et ve onu her türlü günahtan temizle; onu en iyi temizleyecek sensin. Ona yardım edip eğitecek sadece sensin. Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doyma bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.”[9]

Hadis-i nebevîlerde çokça vurgulanan bir husus “âcizliktir”. Âcizlik bir yönü ile kulun hiçbir gücünün kalmamasını ifâde ederken, diğer yönü ile yapabileceklerini terk etmesi, irâde ve gayret ortaya koymaması mânâsını ihtivâ eder. Acziyet sâdece fiziksel bir güçsüzlük değil, tembellik, gevşeklik, sorumluluklardan kaçış gibi ahlâkî bir zaaftır.

Fahr-i Kâinat Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem bu hakikati:

“-Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Âciz kişi ise nefsini duygularına tâbî kılan ve Allah’tan dileklerde bulunup duran (bunu yeterli görendir).” beyanları ile ifâde buyuruyorlar.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem iki kişi arasında hüküm vermişti. Aleyhinde hüküm verilen adam ayrılırken, “Hasbiyallahu ve ni’me’l-vekîl (Allah bana yeter, O ne güzel vekildir)” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem :

“–O adamı bana geri çağırın” buyurdu. Adam geri geldiğinde, ona:

“–Ne dedin?” diye sordu. Adam: “Hasbiyallahu ve ni’me’l-vekîl” dedim, diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“–Allah, âcizliğe (gayret göstermemeye) kızar, onu ayıplar. Senin yapman gereken şey, akıllı ve tedbirli davranmaktır. Böyle yaptıktan sonra bir iş seni aşarsa, işte o zaman ‘Hasbiyallahu ve ni’me’l-vekîl’ de.”[10]

Yine, Avf bin Mâlik -radıyallâhu anh- de şöyle anlatıyor:

“-Âcizlikten sığınmak;

-Tembelliğe düşmemek,

-Cesur olmak, korkaklık yerine hakkı savunmak,

- Doğru bildiğini yapmaktan çekinmemek,

-Sorumluluk almak ve

-Tam bir tevekkülle çalışmak demektir.

Dolayısıyla bir insanın meşrû işlerini sonraya bırakması, ibâdetlerini ertelemesi, iyilikleri güzellikleri gördüğü halde onları yapmaması, zulüm karşısında susması tamamen nefsinden kaynaklanan bir acz hâlidir.

İnsan, ilâhî bir sorumluluk altında olduğunu unutmayıp, bir âcizlik ifâdesi olarak belirtilen zaaflarından kurtulmaya gayret etmeli ve nefsin âcizliğini bir mazeret olarak ileri sürmemelidir.

 

[1] A’raf 200, Fussılet 36

[2] Felak, 1-5

[3] Nas, 1-6

[4] Hud, 47

[5] Yusuf, 23, 79

[6] Bakara, 67

[7] Ebû Dâvûd, Salât, 365, Vitir, 32/1555

[8] Buhârî, Cihâd 25, Daavât 37, 41, 44

[9] Müslim, Zikir 73

[10] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/24; Ebû Dâvûd, Akdiye, 28

PAYLAŞ:                

Abdullah Sert

Abdullah Sert Bey 1948 yılında Kütahya-Tavşanlı’da doğdu. İlk ve orta tahsilini Tavşanlı’da, lise tahsilini de Balıkesir İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı. 1966 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle