Muhterem Okuyucularımız;
Cenâb-ı Hakk’ın insanlığa en büyük ikram, lütuf ve hediyelerinden biri; onlara kendi cinslerinden bir peygamber göndermesidir. Bu peygamber sayesinde biz, doğruyu ve yanlışı “görerek” öğrenir; ideal bir insanın, mükemmel bir kulun, örnek bir ahlâkın nasıl olması gerektiğine, ete-kemiğe bürünmüş bir şekilde şahit oluruz. Yoksa doğru ve güzellikler, satırlarda kalır; ideal bir hayat, bir türlü gözümüzde canlanmaz.
Günümüzde de en çok zorlandığımız mesele bu değil mi? Kitaplarda birçok güzellikler, değişmez hakikatler var. Ama çevremizde onları okuyup yaşayacak, güzel bir müslüman olarak bu hakikatleri hayata yansıtacak insanlara muhtacız. Elbette böyle insanlar, Allâh’ın bu ümmete ikramı olarak hep var olacak. Ama gözler, onları görmekten âciz kalıyor. Zira “göz önünde tutulanlar”, hep menfî örnekler! Müsbet örnekler ise, mahfî bir hayatı tercih ediyorlar, bu, her şeyin “gözden” ibaret hâle geldiği dünyada…
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; hem yaşadığı dönemde hem de âhirete kadar bu ümmet için Cenâb-ı Hakk’ın en büyük lütfu, en büyük ikrâmı… O, Kur’ân-ı Kerîm’in ilk talebesi ve ilk muallimi olmasıyla büyük bir lütuf olduğu gibi, “Canlı bir Kur’ân” oluşuyla da bambaşka bir lütuf… “Kur’ân’ı kesinlikle Biz indirdik ve elbette onu yine Biz koruyacağız!” (el-Hicr, 9) buyuran Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerim’in lafzını ve mânâsını muhafaza etmeyi nasıl üzerine almışsa, Kur’ân-ı Kerîm’in hayata tatbik edilme şekli olan Sünnet-i Seniyye de asırlardır ilâhî bir koruma ile muhafaza edilegelmiştir.
Bu hususta ümmet-i Muhammed, diğer bütün ümmetlerden farklı olarak üzerindeki sorumlulukları bihakkın yerine getirmiş; hem son ilâhî kitabı hem de onun hayata tatbiki demek olan Sünnet-i Seniyye’yi en güzel şekilde sahiplenmiş ve korumuştur. Biz, elimizdeki kaynaklarla Peygamber Efendimiz’in nasıl müstesna bir insan ve nasıl yüce bir peygamber olduğunu rahatlıkla öğrenebiliyor; O’nun Allah Teâlâ’dan getirdiği vahye hem yazılı hem de uygulamalı şekilde ulaşabiliyoruz. Bu da Rabbimizin ümmet-i merhûmeye (rahmet edilmiş ümmete) başka bir lütfu…
Aile ocağı başta olmak üzere pek çok mukaddes kalenin sarsıldığı, insanların fert ve toplum olarak hercümerç içinde savrulduğu günümüzde; bizim dört elle, bizi biz yapan değerlere sarılmamız gerekiyor. Bu kıymet ölçüleri, insan olmamızın, insan olarak kalmamızın asgarî şartları aynı zamanda… İlâhî vahiyden uzaklaşmanın, kendi nefsini/hevâ ve hevesini rab edinmenin neticelerini, Gazze’de katliâm yapanlar üzerinden bütün dünyaya gösteriyor Rabbimiz… Yine Gazze’de îmanın diriltici rûhuna, Allâh’a ve âhirete îmanın insanları nasıl asil, dayanıklı ve yıkılmaz varlıklar hâline getirdiğine de şahit oluyoruz.
Ama şahit olamadığımız şey; ümmet-i Muhammed’in birlik ve beraberlik içinde kardeşlerinin yanında olması… Onların imdatlarına yetişmeleri, zâlimin zulmüne mânî olup mazlumun yüzünü güldürmeleri…
Şahit olamadığımız şey; dînimizin öğrettiği kardeşlik muhabbet ve şuurunun yansımaları… Dünyayı bir kenara koyup elbirliği ile cihad, fedakârlık ve şehâdete koşma rûhu…
Cenâb-ı Hak bizi, dünyaya sarılıp ölümden korkma hastalığından (vehn) korusun! Bizi, düşmanlarımızın elinde bir lokma veya oyuncak eylemesin. Bizi, tek derdi dünya ve dünyalıklar olan gafil kimseler hâline dönüşmekten korusun. Bizi, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve O’nun aziz emanetleri etrafında tekrar birleştirsin; tek yürek, tek bilek hâline getirsin. Îman, takvâ ve muhabbetullahı en büyük âhiret azığımız kılsın. Âmîn.
YORUMLAR