Çoğaltma Nereye Kadar?

Çoğaltma sevdasının rasyonel kılıfı ekonomik büyüme kavramıdır. Bu kavram sorgulanamaz bir dogmaya dönüşmüştür. Şirketler kârlarını, devletler Gayri Safi Milli Hasılalarını, kişiler ise servetlerini her yıl artırmak zorundadır. Bu zorunluluk, “ne pahasına?” ve “ne için?” gibi soruları sormayı yasaklar. Gelin görün ki küçülmemek için büyümek ya da gayesiz büyümek, kanser hücresinin işidir.

Sıradan, kendi hâlinde bir çiftçiydi. Zengin bir hayatın hayalini kuruyordu. Uzak bir yerde cömert bir ağanın varlığını duydu. Gidip talebini iletti. Ağa herkese istediği kadar toprak veren eli açık birisiydi. Çiftçiye: “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar kat ettiğin bütün yerler senin, fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lâzım. Yoksa bütün hakkını kaybedersin” dedi.

Çiftçi güneşin doğuşuyla beraber yürümeye başladı. Tarlalar, bağlar ve bahçeler geçti. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemedi. Şu bağ, bu bahçe derken güneşin batmasına çok az zaman kaldığını fark etti. Gerisin geriye ilk başladığı yere koştu ama bir müddet sonra takati kesildi. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, burnundan kan damlamaya başladı. Başladığı noktaya yaklaşmışken, bir anda yere yığıldı ve bir daha kalkamadı.

Başından beri olanları izlemekte olan ağa çok kereler şahit olduğu olayın bir kez daha vukû bulmasından dolayı üzgündü. Adamlarına bir mezar kazdırdı. Çiftçinin gömüldüğü bu mezarın başında durup şöyle dedi: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”

İnsana bir kabir genişliği toprak ancak öldüğünde yeter. Bitmek bilmeyen, “daha fazla” arzusu hayatı boyunca devam eder. Bir vadi dolusu altını olsa ikincini ister. Bu tıynetteki insanı Kur’an-ı Kerim şöyle uyarır: “Çokluk ile övünmek sizi öyle oyaladı ki…” (Tekasür, 1)

Mal ve mülke ilişkin hiç bitmeyen çokluk sevdası, şimdilerde markaların, beğenilerin ve sosyal statü göstergelerinin arasında artarak devam ediyor. İnsan, sahip oldukça çoğaltmak, çoğalttıkça daha fazlasını istemek üzere yukarıdaki çiftçi gibi faniliğini unutmuş bir şekilde koşup duruyor. Kalbi acıyor, ruhu daralıyor ama umurunda değil.

Çoğaltma sevdasının rasyonel kılıfı ekonomik büyüme kavramıdır. Bu kavram sorgulanamaz bir dogmaya dönüşmüştür. Şirketler kârlarını, devletler Gayri Safi Milli Hasılalarını, kişiler ise servetlerini her yıl artırmak zorundadır. Bu zorunluluk, “ne pahasına?” ve “ne için?” gibi soruları sormayı yasaklar. Gelin görün ki küçülmemek için büyümek ya da gayesiz büyümek, kanser hücresinin işidir.

Mevcut ekonomik sistemin tekâsür saplantısı bir kanser ideolojisidir; sosyal huzuru, yer altı ve üstü zenginlikleri yiyip bitirmektedir. Bu sistemde büyüyemeyen geriye düşer. Geriye düşeni önce kardeşleri yer. Herkese acımasız olmayı dayatan bu sistem acıyanın, acınacak hale düşeceği telkinini yapar.

Amaçsız ve saplantılı büyümenin devamı sürekli tüketime bağlıdır. Ürünler artık “evladiyelik” değil, garanti süresi biter bitmez bozulsun diye tasarlanır. Bir telefonun, bir beyaz eşyanın ömrü kasıtlı olarak kısaltılır. Çarkın sürekli dönmesi için “kullan, at” mantığı cari kılınır. Tekâsür hırsı, kaynakları çöpe, tüketimi ve sebepsiz harcamayı ise fazilete(!) dönüştürür.

Modern işletme formu saplantılı çoğaltma hırsının bir diğer göstergesidir. Tüzel kişilik ya da şirket insanın fanilik kaygısına ürettiği seküler bir cevaptı. Bu hukuki varlık yaşlanmaz ve eceliyle ölmez. Bir insan biyolojik ihtiyaçları kadar tüketir ve doyduğunda durur, ancak bu tüzel kişilik, tabiatı gereği doyumsuz olmak için tasarlanmıştır, biriktirme hırsını anonimleştirir. İnsan daha iyi yaşamak için kurduğu işletmenin kölesi haline gelir. Kendi ömrü biter, ömrünü tüketerek kurduğu şirketin ömrü bitmez.

Modern işletme, ferdi bir zaaf olan çoğaltma tutkusunu hukuki, rasyonel ve ölümsüz bir makineye dönüştürmüştür. İnsan çekip gitse de kurduğu bu tekâsür makinesi çalışmaya ve yığmaya devam eder. Daha çok çalışmanın, daha çok kazanmanın, daha lüks yaşamanın ne sonu gelir ne de teneffüsü olur. Büyüme ve çoğalma saplantısı, hedefleri sürekli ileriye taşıdığından insan ne kadar koşar, ne kadar terler, ne kadar yorulursa yorulsun hep olduğu yerde sayar.  

Tekâsür düzeni, üretimin en asil unsuru olan emek unsurunu da yüke dönüştürmüştür. İnsan gücüne “insan kaynakları” denmesi tesadüf değildir. Tıpkı kömür veya petrol gibi, insan da sistemin gözünde tüketilecek, işlenip posası çıkarılacak bir kaynaktır. Kaynakların kaderi ise bellidir: Maliyeti düşür, verimli kullan, bitince yenisini bul. Bu yarışta, insanın bir rakamdan ibaret görülmesi, onu küçülmeye veya yeniden yapılanmaya gidilen dönemlerdeki ilk kurban haline getirir.

Tekâsür hastalığı, bir ürüne ya da hizmete ruhunu katmayı maliyetli görür. Bir vidayı sıkmakla ömrünü tüketen fabrika işçisi ya da kime faydası olduğunu bilmediği raporlar hazırlayan plazadaki beyaz yakalı, ürettiğinin nihai sonucunu göremez. Hız ve nicelik (sayı), nitelik ve ruhun yerini almıştır. Modern zamanlarda emeğin yaşadığı bu trajik dönüşüm, insanı hem kendine hem de yaptığı işe yabancılaştırmaktadır.

Çoğaltma yarışı, insanı sadece biriktirmeye değil, biriktirdiğini göze sokmaya da zorlar. Kur'an'ın ifadesiyle bu durum “tefâhür” yani karşılıklı övünme ve üstünlük taslama yarışına dönüşür. Sosyal medya, tüm dünyayı devasa bir böbürlenme sahnesi çevirmiştir. İnsanlar, sürekli başkalarının “mükemmelleştirilmiş” ve “filtrelenmiş” hayatlarına maruz kalır. Şeytanı ilahi lanete sürükleyen bu kıyas mekanizması, kişiyi kendi hayatını eksik ve değersiz hissetmeye iter. Birisinin vitrini, bir başkasının cehennemi olur.

Çoğaltma yarışı öyle bir hâl aldı ki, tıpkı mezarından fazlasına sahip olamayacağını unutan o çiftçi gibi, insan da ömrünün sınırlılığını ve asıl varoluş gayesini gözden kaçırıyor. Kapitalizmin çizdiği bitimsiz pistte koşarken, ölümün hakikatiyle bağı inceliyor; zamanın bir ömürlük nefes olduğu hakikati sisler arasında kayboluyor. Günler daha çok biriktirme telaşıyla geçerken; insan o biriktirdiği şeylerin hiçbirini yanına alamayacağını düşünemez hâle geliyor.

Modern kariyer hayatı çoğaltma yarışının en görünmez ama en güçlü sahnelerinden biri. Terfi kovalamak, unvan çoğaltmak, özgeçmişe yeni satırlar eklemek sadrı sıktıkça sıkıyor. Her sıkışma hayatın kendisini bir rekabet alanına dönüştürüyor. Pek çok kişi, kariyer basamaklarını çıkarken aslında neye tırmandığını, varmak istediği yerin kendi ruhuna bir fayda sağlayıp sağlamadığını fark edemiyor. Zamanla unvan, insanın değerinin ölçüsü hâline geliyor.

Kariyer yarışı, insanın en kıymetli varlığı olan dikkatini ve gönlünü o kadar yoğun işgal ediyor ki planlar, performans değerlendirmeleri, bitmeyen hedefler arasında insan, varoluşunu sadece üretmek, başarmak ve görünür olmak üzerinden tarif ediyor. Oysa bu gidiş gidiş değil, bir kemâlât yolculuğu hiç değil, ruhu çürüten umutsuz bir tükeniştir. Modern insan çoğu zaman yorgunluğunu bile fark edemiyor. Emekli olup boşaldığında ya vücudu iflas ediyor ya beyni ya da kalbi…

Günümüzde çoğaltma yarışı yalnızca maddi alanlarda yaşanmıyor. Sosyal medya mecraları gösterme, görünme, takdir edilme, övgü ve beğenilmeyi de bir çoğaltma yarışına döndürmüş durumda. Burada hırsın nesnesi para, mal ya da mülk değil, itibardır; çoğaltma yarışı görünürlük ve değerli görülme arzusuna ilişkindir.

Şöhret, itibar, alkış, takipçi gibi biriktirilen şeylerin kalpte bıraktığı iz, maddi hırsların bıraktığı izden daha az değildir. İnsanın böyle bir çoğaltma yarışındaki hırsı, kat edebildiği araziyi kendisinin sanan çiftçininkinden farklı değildir; çok zaman iyilik yaparken bile görünürlüğü, hayır işlerken bile takdir toplayıp toplamadığını düşünür, “ne yaptığından” ziyade “nasıl görüldüğüne” odaklanır.

Mesele, sahip olmamak değil, gönlü sahip olduklarının esiri kılmamaktır. Kişi dışarıdan ne kadar az şeye sahip olursa olsun, eğer kalbi hâlâ “daha fazlasının” hayaliyle çarpıyorsa, o aslında çoğaltma yarışının tam ortasındadır. Esas iş, dünyanın içimizde kapladığı yeri küçültmektir. Hakikat basittir: Dünyalığı çoğaltmak yerine gönlü arıtmak esastır. Biriktirmek yerine infak etmek ve geçici dünyaya ölüm terbiyesi ile hakkını vermek gerekir.

Amaçsız büyüme ve çoğaltma saplantısı, motoru çok güçlü ama dümeni kilitlenmiş bir gemiye benziyor. Hızla ilerliyoruz ama gittiğimiz yer korkarız ki vuslat limanı değil, hüsran kayalıklarıdır. Büyümeyi tamamen reddedelim demiyoruz. Büyümeye bir gaye ve ahlâk, bir değer terbiyesi lâzım. Haddi aşan insana Allah’ın hududunu işaret edecek bir mahşer aydınlığı gerekiyor. Hep daha fazlasını isterken insanlık ufkundan vazgeçmemek modern insanın en büyük imtihanı olarak duruyor.

Tekâsür uyarısı yapılan surenin sonunda gelen “Sonra o gün, size verilmiş olan her nimetten (naim) sorguya çekileceksiniz” (Tekasür, 8) ifadesi saplantılı büyüme yarışına karşı en büyük uyarıdır. Sahip olduğumuz her şeyin hesabını vereceğiz. Haramın cezası varsa helalin de hesabı var. Üzerimizdeki nimetlerin ise haddi hesabı yok. Sevgili Peygamberimizin ailesinin çok zaman hayatlarını “iki kara şey, su ve hurma ile” geçirdiklerini ifade etmesi çoğaltma yarışında başı dönen hepimiz için bir sadeleşme davetidir.

Sahip olduklarımız sahibimiz olmasın. Eşyayı temellük eden değil kalbine sokmayan zengindir. Bugün tekâsür düzenine yapılacak en büyük itiraz sade yaşamak, sadeliği tercih etmek ve infak etmektir. “Çoğaltma yarışı” insanı mezara kadar oyalayacak, sonu ebedi hüsrana uzanan bir tuzaktır. Sade yaşamak imandandır, insanı dünyadayken hürleştirir. Yükü az olan kurtulacaktır. Çoğaltma saplantısından kurtulmak isteyen dağıtsın, infak etsin ve Allah için harcasın.

PAYLAŞ:                

Mehmet Lütfi Arslan

1972 yılında Vezirköprü’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Merzifon’da tamamladı. 1995 yılında Marmara Üniversitesi İngilizce İşletme bölümünden mezun oldu. Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü’

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle