Muhterem Okuyucularımız;
İnsan fert olarak doğar, fert olarak hisseder, akleder, îman veya inkâr eder ve nihayet kendisine yazılan ecel geldiğinde tek olarak ölür. Büyük bir topluluk içinde bulunsa ve yaşasa da olup bitenler insana farklı farklı tesir eder. Aynı şekilde Rabbinin huzûruna çıkarken bütün insanlık âlemiyle iç içe bulunsa bile, tek olarak hesaba çekilir ve kendi yaptığı/sebep olduğu amellerinin karşılığında tek olarak Cennet’e girer veya Cehennem’e düşer.
İnsanın doğarken, bebeklik ve çocukluk yaşlarında anne-babaya, aileye ve diğer insanlara ihtiyacı geçicidir. Her ne kadar diğer insanların onun üzerinde az çok tesirleri bulunsa da hayatıyla ilgili nihâî kararları veren, doğruyu ve yanlışı seçen “tek bir fert”tir.
İşte bu tek ferde, hayatı boyunca en çok tesir eden hâdiselerden biri de “aile kurmak”tır. İnsan, dengini bulduğu, ünsiyet peydâ ettiği, muhabbet ve bağlılıkla perçinlenen bir yuva ile dünyasını Cennet’e çevirebilir. Aksi hâlde bu yuva, ona her gün âdeta zehir kusturan bir Cehennem çukuruna dönüşür.
Şöyle bir misal üzerinden devam edelim; bir yuva düşünün ki, aileyi kuran karı-koca, her hususta birbirine yardımcı oluyor; îman ve takvâ üzere yaşayıp hayırlarda yarışıyorlar. Sâlih ve sâliha bir nesil yetiştirmek için her türlü zorluğu göğüslüyorlar ve nice fedakârlığa katlanıyorlar. Birbirlerine düşkünlük ve muhabbetleri sayesinde aile yuvası, ikisi için de bir sekînet ve huzur kaynağı oluyor ve “Allâh’ın âyetlerinden birine” dönüşüyor. Böyle bir aile yuvası, hem dünya hem de âhiret saadetinin temelidir.
Bir de ikinci tip aile yuvası… İki taraf birbirinin düşmanı; hep birbirinin açığını arıyor, muhâtabının elindekine göz dikiyor, ayağını kaydırmaya çalışıyor. Sevgi, saygı, bağlılık kalmamış. Günah ve küfürde birbirlerine yardımcı oluyorlar; hayır ve sâlih amellerde birbirlerinin önünü kesiyorlar. Allâh’ın “İrtibatı kesmeyin!” dediği ne gibi bağ varsa, hepsini kesip sadece kendi menfaat, bencillik ve hazlarına odaklanıyorlar. Böyle bir ailenin(!) kurucu üyeleri olan karı-koca da onların yetiştirdiği çocuklar da nasıl insanlar olur? Topluma ve insanlığa ne gibi faydası dokunur? Böyle bir aile, insanın dünyadaki Cehennemi değil midir? Böyle bir cehennemî hayatın, âhiretteki yansıması ne olur?
İnsan, kurduğu yuvanın kendisi için hayra ve hizmete medâr olduğunu fark ettikçe buna sahip çıkmalı; bu hususta her türlü fedakârlığı göze almalıdır. Zevcini veya zevcesini memnun etmenin, onunla iyi geçinmenin yollarını aramalı; sudan bahanelerle kalp kırmaktan uzak durmalıdır. Kul hakkı önemlidir ve âhirette muhatapla “helâlleşmeden” affedilmeyecektir. O yüzden sık sık karşılaştığımız, her an birbirimize muhtaç olduğumuz, bizim zaaf ve kusurlarımızı “örten” eşlerimize karşı her zaman “daha” nâzik, anlayışlı ve müsâmahalı olmalıyız. Bize nasıl davranılmasını istiyorsak, biz de insanlara, özellikle “en yakınımızdakilere” aynı şekilde davranmalıyız.
Maalesef hayata bakışımızda şöyle bir yaygın hata var: “Dışarıdaki kimseye karşı iyi ve nâzik davranalım, onu kendimize çekmeye çalışalım; elimizdeki/evimizdeki zaten bizdendir. Onun fazla ilgiye, sevgiye, takdire ihtiyacı yoktur!..”
Bu hatalı anlayış; siyasetten ticarete, arkadaşlıktan aileye pek çok sahada yayılmış durumda. Hâlbuki insanlar birbirine yaklaştıkça, aralarındaki münasebetler daha hassaslaşmalı, kırılganlıklar daha çabuk giderilmelidir. Aksi hâlde bize yakın olan kimsenin, bize daha fazla zararı dokunur; maddî-mânevî olarak…
Öyleyse en yakınımızdan başlayarak muhabbet halkamızı tekrar tesis edelim. Cennet hayatımızın dekorunu bu dünyada döşeyelim, Cennet refiklerimizi bu dünyada seçelim.
Allâh’ım, Receb ve Şâban ayını bize mübârek eyle; bizi Ramazan’a kavuştur. Âmîn.


YORUMLAR
-
İlk yorumu yapan siz olun!