Yalnızlaşan İnsana Nebevî Bir Reçete: Sıla-i Rahim

Sıla-i rahim, akrabayı ziyaret etmek, hediye vermek; gerek sözle gerekse fiilî olarak yardım ederek, onları unutmamak, arayıp sormak mânâsına gelir. Sıla-i rahimin en azı selam vermek veya birisiyle selam veya mektup göndermektir. Sıla-i rahîm hem rızkın hem de ömrün artmasına sebep olur.

Hakkında “Kaleme ve yazdıklarına yemin olsun ki ‘Sen en yüce (büyük) bir ahlâk üzeresin.” (Kalem, 4) buyrulan Âlemlerin Fahri Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, içinde yaşadığı cahiliye toplumunun hiçbir kirine bulaşmadan tertemiz kalabilmişti. O toplum O sallallahu aleyhi ve sellem’in, nübüvvetten sonra ilahî vahiyle insanlara hangi güzellikleri buyurdu ise nübüvvetinden önce de bu güzellikleri zaten yaşadığına şahitlik etmekteydi. O’nu hem gençliğinden beri yakından tanıyan hem de bütün davranışlarını bir eş olarak en yakından izleyen Hz. Hatice radıyallahu anha annemiz O’nun bu yüce ahlâkının ilk şahidi idi.

Sertâcü’l Enbiya sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Hira'da Cebrail aleyhisselamdan ilk ayetleri telakki edip sonra Cebrail ayrılıp gidince yüreği titreyerek Hz. Hatice annemizin yanına dönüp endişeli bir şekilde:

“- Ya Hatice şimdi bana kim inanır?” dediğinde o mübarek anne, mübarek zevcine bir taraftan:

“- İşte ilk önce ben inandım.” derken bir taraftan da onun geçmişten beri bir tabiat-ı aslî olarak devam edip gelen yüce ahlâkına en beliğ ifadelerle şahitlik ediyordu:

“- Allah'a yemin ederim ki Allah seni hiçbir vakit utandırmaz (mahcup etmez). Çünkü Sen:

  • Akrabanı (korur, gözetir) himaye edersin.
  • İşini görmekten âciz olanların ağırlığını yüklenirsin.
  • Fukaraya infak eder, kimsenin yapamayacağı kadar iyilikte bulunursun.
  • Misafirine ikram edersin.
  • Hak yolunda zuhur eden hadiselerde (halka) yardım edersin." (Buharî, Bedü’l vahiy)

Mü’minlerin mübarek annesi Hazreti Hatice radıyallahu anh’ın ayrı ayrı zikrettiği bu ahlâkî güzellikler İslâm ahlâkının da en önemli umdeleri olmuştur. Özellikle sıla-i rahim (akraba hukuku) en küçük topluluk olan aile hayatı ve hukukundan sonraki ilk halkayı teşkil eder.

“Akl-ı selim sahipleri Allah'ın gözetilmesi emrettiği şeyleri gözetirler.” (Rad, 21) ayetinin tefsirinde şöyle denilmektedir:

 “Gözetilmesi gereken hukuk, akraba hukukudur. Akraba ile münasebeti kesmek haramdır. Akraba hukukuna riayet ise vâciptir. Sıla-i rahim, akrabayı ziyaret etmek, hediye vermek; gerek sözle gerekse fiilî olarak yardım ederek, onları unutmamak, arayıp sormak mânâsına gelir. Sıla-i rahimin en azı selam vermek veya birisiyle selam veya mektup göndermektir. Sıla-i rahîm hem rızkın hem de ömrün artmasına sebep olur.” (Rûhu’l Beyan, Cilt 9, Buhari Edeb)

Bütün ahlâkî güzelliklerde en güzel bir örnek olan Nebiler Sultanı Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, sıla-i rahim/akraba hukuku hususunda da ümmetini hem teşvik etmiş hem de bu mühim vazifenin ihmali durumundaki acı sonuçları hatırlatmıştır.

Cenâb-ı Hak “rahim” diye adlandırılan akrabalık bağına “Rahman” ism-i şerifinden türeyen bir isim vermiş ve:

“- Ona riayet edip onu koruyana ben de iyilik ve ikramda bulunurum. Onu koparanı da lütuf ve merhametimden mahrum bırakırım." buyurmuştur. (Ebu Davud, Zekât)

***

Rahmet Peygamberi sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin hayatı hep bu rahmet, merhamet tecellileriyle geçmiştir. Nübüvvetten önce Peygamber Efendimiz'in amcası Ebu Talib’in maddî durumu zayıf, aile efradıysa hayli kalabalıktı. Bu sebeple sıkıntı içindeydi. Peygamber Efendimiz diğer amcası Hazreti Abbas'a gidip:

“- Amcacığım biliyorsun ki kardeşin Ebu Talib’in ailesi çok kalabalık. İnsanlar kıtlık ve açlığa maruz kalmış, kıvranıp duruyorlar. Haydi Ebu Talib'in yanına gidelim ve kendisiyle konuşalım. Oğullarından birini ben yanıma alayım, birini de sen al. Böylece onun yükünü biraz hafifletmiş oluruz.” dedi.

Abbas radıyallâhu anh, bu âlicenap teklifi kabul etti ve beraberce Ebu Talib'in yanına vardılar. O:

“- Âkil’i bana bırakınız, diğerlerinden istediğinizi alabilirsiniz.” dedi.

Bunun üzerine Efendimiz aleyhissalâtu vesselâm, Ali’yi, amcası Abbas da Câfer’i aldı. Efendimize peygamberlik lütfedilinceye kadar Hz. Ali, hep O’nun yanında yetişti (İbn-i Hişam I, 264).

***

İslam’ı tebliğe ilk önce akrabalarından başlayan Nebiler Sultanı sallallahu aleyhi ve sellem, yakın akrabalarının bu ilâhî davete icabet etmemesine hatta daha da ileri gidip düşmanlıklar göstermesine rağmen akrabalık sebebiyle onlarla alâkasını kesmeyip devam ettireceğini beyan etmişti.

 Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle der:

 “Yakın akrabalarını uyar!” (Şuara, 214) ayet-i kerimesi nazil olunca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Kureyş kabilesini davet etti. Onlar da Efendimizin yanına gelip toplandılar. Hz. Peygamber aleyhisselâtü vesselam, kimine umûmî, kimine de husûsî olarak şöyle hitap etti:

 “- Ey Abdüşemsoğulları! Ey Ka'b bin Lüeyoğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız!

Ey Abdümenafoğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız!

Ey Hâşimoğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız!

Ey Abdülmuttalipoğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız!

Ey Fatıma! Kendini cehennemden kurtar.

Çünkü sizi Allah’ın azabından kurtarmaya benim gücüm yetmez. Ama aramızdaki akrabalık bağı sebebiyle sizinle alâkamı kesmeyeceğim.” (Müslim, İman 348, 351)

 

***

 

Risâleti bütün âleme şâmil olan Allah Rasûlü sıla-i rahim/akrabalık hukukunun çerçevesini de oldukça geniş tutmuştur. Bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“- Siz (bir para birimi olan) kîrâtın kullanıldığı Mısır'ı fethedeceksiniz. Oranın halkına iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Vasiyetimi tutunuz! Zira onlara bir ahit ve emân vazifemiz, bir de onlarla akrabalık bağımız vardır.” (Müslim, Fedâilü's-sahabe 226-227)

Âlimlerin bildirdiğine göre hadiste sözü edilen akrabalık bağı Allah Rasûlü'nün atası Hazreti İsmail'in annesi Hacer'in Mısırlı olması, hısımlık bağı ise Peygamber aleyhisselamın oğlu İbrahim'i dünyaya getiren Hazreti Mâriye’nin onlardan olması sebebiyledir.

Âlemlerin Fahr-i Ebedîsinin akrabalarını düşünüp gözetme hususundaki bu hassasiyetleri biz ümmet-i Muhammed için mühim bir nebevî ahlâk tâlimidir.

Tek başına yaşamanın aile olarak yaşamaya tercih edildiği bir anlayışın gittikçe yaygınlaştığı bir zamanda sıhhatli bir toplumun yeniden inşası öncelikle huzurlu aile yuvası, sonra bu aileler arasında sıcak, samimi ilişkilerin yaşanacağı akrabalık bağlarını tesisi ile mümkündür.

PAYLAŞ:                

Abdullah Sert

Abdullah Sert Bey 1948 yılında Kütahya-Tavşanlı’da doğdu. İlk ve orta tahsilini Tavşanlı’da, lise tahsilini de Balıkesir İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı. 1966 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle