Yaşamak İçin Yemek, Yemek İçin Yaşamak!

“-Efendim! Zamanın sahâbesi olmak için biz gençlere ne tavsiye edersiniz?” Soru yüreğimi gamzelendirdi, nefesimi tuttum âdeta, kalemim hazır asker modunda beklemede! Bir âyet, hadis ya da tavsiye bir nâfile ibadet geldi aklıma hemen... Fakat cevap çok duru ve dikkat çekiciydi: “-Dışarıda yemek yemeyin, evlâdım!..”

“Ey Âdemoğulları! Her namaz kılacağınızda güzelce giyinin; yiyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (el-A‘râf, 31)

Lüks çılgınlığı ve israf modasının(!) iç içe girdiği âhir zamanda müslüman kimliğini temsil etme sancısı çekiyoruz. Tüketimin normalleştiği bir dönemde, ihtiyaç dışı harcama yerine infak şuurunu anlatmak oldukça zor! Bu şuuru anlatmanın/aşılamanın en iyi yolu kelimeler değil, hâlimiz...

25-35 yaş arası evli danışanlarımda israf konusu, özellikle yeme-içme hususunda oldukça fazla. Ancak bunun israf olduğunu fark etmedikleri sürece söylenenleri kabul etmeleri mümkün değil. Danışanım, yaşadığı bir hâdiseyi anlatırken, arada:

“-O sırada çorba siparişimiz geldi.” dedi.

“-Çorba mı?” diye sorunca, aslında ekonomilerinde dışarıdan sipariş edilen yemeklerin oldukça belirleyici bir rolü olduğundan bahsetti. Eminim, “Çorba da sipariş edilmez canım!” dediniz, bir kısmınız… Birkaç sebzeyi koysak tencereye biraz un ve tereyağı ile kendi kendine pişer, sonra güzelce blenderdan geçirsek en hızlı ve kolayından çorba olmaz mı? Olur elbet, hem de mis gibi olur.

Başka bir danışanım:

“-Farklı mekânlarda farklı tatlar denemeyi seviyoruz!” diye anlatırken, ay sonunu zor getirdiklerinden bahsetti. Oysa sipariş edilen veya dışarıda yenilen yemekleri hiç saymıyordu, çünkü ona göre bunlar ihtiyaç(!) idi. Elbette yemek ihtiyaç, ama dışarıda yemek değil!.. Bir ay boyunca bütün yemek siparişlerinin fişlerini toplamasını istedim:

“-Bana söyleme, ama ay sonunda harcanan parayı hesaplayın isterseniz…” dedim.

“-Hocam, korkunç bir rakam bu! Üçte biri fiyatına bir aylık mutfak malzemesi alsam, mükellef sofralar kurarım!” dedi.

Olup bitenin farkına varınca, kısa sürede ödemeleri hallolabildi. Ancak modern dünyada sorumluluk alan değil, “tüketen” fertler isteniyor. Bir de “yetinmek”, “şükretmek” yerine “her an her istediğini hemen yeme” gibi bir duygu ve düşünce ile nefsinin arzuları peşinde koşan kimseler, pek çok sıkıntılarla imtihan oluyor.

Başka bir yeni evli danışanım, eşinin ona değer vermediğini(!) şu cümlelerle anlatıyordu;

“-Hocam, ben de X markasından giyinmek istiyorum, gencim. Bir dünya tartışma sonunda istediğim elbiseyi aldık, ama kasada ödemeyi yaparken eli titredi, çok incindim.”

Ödenen meblağ, beyefendinin maaşının neredeyse dörtte biri oranında! Ve muadillerinin en az üç katı! Yani bir markaya bu paranın verilip verilmemesi, kişinin değer ölçüsü sayılmaması gerektiği bir tarafa, “tesettür modası” adı altında akıntıya kapılan müslümanlar olmamız çok acı!.. Hem üretici hem de bu ürünleri sezonunda en yüksek fiyatlardan almaya çalışan aileler açısından…

Maaş kartını hanımının eline verip, ev ile ilgili sorumluluklardan kaçınan beyefendiler var. Diğer yanda da taşıdığı cemâlî sıfatları unutan ve cengâver gibi her işin içine atlayıp çözme derdine düşen kadınlar! Kadınlarda “erkek tipi saç dökülmesi” oranında artıştan bahsediliyor. Çünkü kadın, sorumluluğunun üzerinde yükün altında eziliyor ve bu yük strese sebep oluyor. Diğer tarafta erkek de pasifize edilmiş olmanın bunalımını yaşıyor. Kadının himâyesi ve zor olanı yapma vazifesi erkeğe aittir. Bu sebeple fıtrata uygun paylaşım önemli…

Özellikle çalışan çiftler arasında yemek konusu, oldukça gündemi meşgul ediyor. Birkaç yıl önce çalıştığım bir danışanım vardı. İlk görüşmeye geldiğinde inanılmaz öfkeliydi:

“-Yeter! Her şeyi ben mi yapacağım? Ben de çalışıyorum, biraz da o yapsın yemekleri!”

Uzun uzun anlattı, el atmadığı, halletmediği konu yok gibiydi.

“-Pazar/market işlerini kim yapar?” diye sordum.

“-Tabii ki ben! O anlamaz, nerede çürük var, onu alır!” dedi öfkeyle...

“-Hayatı paylaşmak, fıtrata uygun ve doğru yerden olursa anlam kazanır. Meselâ alışverişi beyefendi yapsa, siz geleni pişirseniz? İşten yorgun çıkıp market/pazar derken tükenip eve gelince elbette pişirmek zor geliyor. Birkaç defa çürük, yanlış, eksik alır; sonunda öğrenir.” deyince sâkinleşti.

“-Haklısınız hocam, ben benim olmayan işi yaparken tükenip sonra çileden çıkıyorum. Kendi işime gücüm kalmıyor.” dedi.

Karşılıklı çekişme ve güç ispatı, sorumluluk almadan devam etme tavırları, işi iyice çıkmaza sokuyor. Oysa rızık temini erkeğe, temin edileni pişirip evde düzeni sağlamak kadına aittir, fıtratlarına uygundur.

Ayrıca büyüklerin, “Mü’minin ağzına giren lokma ve işittiği söz kalbine tesir eder!” uyarısı çok kıymetlidir. Muhterem Osman Nûri Topbaş Hocamız’ın gençlerle olan dersinde yüreğime nakış nakış işleyen tavsiyesini paylaşmak isterim:

Soru-cevap kısmında gençlerden çok güzel bir soru geldi;

“-Efendim! Zamanın sahâbesi olmak için biz gençlere ne tavsiye edersiniz?”

Soru yüreğimi gamzelendirdi, nefesimi tuttum âdeta, kalemim hazır asker modunda beklemede! Bir âyet, hadis ya da tavsiye bir nâfile ibadet geldi aklıma hemen... Fakat cevap çok duru ve dikkat çekiciydi:

“-Dışarıda yemek yemeyin, evlâdım!..”

Öyle ya! “Gönülsüz pişirilen aş, ya karın ağrıtır ya baş!” atasözünde olduğu gibi, yemeği yapanın hâli sirâyet eder pişirilen yemeğe... Anneciğim yemek yaparken bolca okuduktan sonra:

“-Yâ Rabbi! Bu benim elim değil, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in, Hazret-i Fâtıma Annemin, Üstadımızın eli olsun. Yiyenlere şifâ, ibadetlerine kuvvet, haram ve günahlara karşı perde olsun!” diyerek tenceresini karıştırır o mütebessim tavrıyla...

O hâlde, kolay ve çabuk olmasından ziyade, temiz ve helâl olmasını her şeyin başına koyarak ocağın başına şükürle geçebilmek sâliha bir hanımefendiye yakışandır.

Gazze’de, Arakan’da, Yemen’de ve pek çok müslüman ülkede açlıkla mücadele etmek zorunda kalan kardeşlerimizi hatırda tutarak, duâ ve şükür hâlinde olmayı, israftan korunmayı ihmal etmemek gerekir.

“Ümmetim hakkında en çok korktuğum şeyler karın büyüklüğü, çok uyku, tembellik ve yakîn (îman) azlığıdır.”[1]

Dışarıdan sürekli nefsi besleme hamlesi, müslümanlığın özü ile çelişir.

* * *

Bir gün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e bir misafir gelmişti. Misafir, o esnada kâfir idi. Efendimiz, onun için bir koyunun sağılmasını istedi. Misafir, getirilen sütü içip bitirdi, tekrar getirildi, yine bitirdi, tekrar getirildi, yine bitirdi. Böylece tam yedi kap süt içti. Bu misafir, ertesi gün müslüman oldu. Allah Rasûlü, yine ona süt getirilmesini emretti. Misafir sütü içti. Efendimiz tekrar getirtti, fakat misafir bu kez bitiremedi. Bunun üzerine Fahr-i Kâinât Efendimiz:

“Mü’min, bir bağırsağı ile, kâfir ise yedi bağırsağı ile içer.” buyurdu. (Müslim, Eşribe, 186)

Hadislerin hayatımıza yön vermesine kapı araladıkça şüphesiz ki hayatımız kolaylaşacak.

Allâh’ım, dünyada Senin rızâna uygun, Peygamber Efendimiz’in öğrettiği gibi yaşama konusunda gayretimizi artır, dünyalık lezzetlerin peşinde koşup yorulmaktan bizleri muhafaza eyle. Cennet nîmetleri ile bizleri nasiplendir. Âmîn.

 

 

[1] Süyûtî, Fethu’l-Kebîr, I, 58; Kenzü’l-Ummâl, 3/185.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle