Mahmûd Sâmî Ramazanoğlu -kuddise sirruh- buyurur: -Âşık-ı hakîkî yani Allah âşığı, ilâhî mazharı bulunan her şeyden onun kokusunu duyar, rahmânî râyihaları onun burnundan eksik olmaz. Zâhid kendi başına bin sene çalışsa bile bu kokuyu duyamaz.
Abdülkâdir Geylânî -kuddise sirruh- buyurur: -Muhabbetin şartı, sevdiğinin yanında senin hiçbir irâden bulunmaması ve onun hâricinde ne dünya ile ne âhiretle ne de mahlûkâttan bir şeyle meşgul olmamandır. Allah sevgisi, her bir insanın ona sahip olduğunu iddia edeceği kadar kolay bir şey değildir. Allah sevgisine sahip bulunduğunu, yani Allah’a muhabbeti olduğunu iddia eden nice kişiler vardır ki, Allah sevgisine sahip oldukları iddiasında bulunmazlar. Hâlbuki O, onların yanındadır.
Allah İçin Sevenler
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimiz buyurmuşlardır ki: “Allah’ın öyle kulları vardır ki, kendileri enbiyâ ve şühedâdan olmadıkları hâlde kıyâmet gününde, nebîler ve şehidler onların Allah indindeki şereflerini gördüklerinde gıpta ederler.”
Denildi ki: - Onlar kimlerdir yâ Rasûlallah ve amelleri nelerdir?
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
“Onlar akrabaları olmayan kimseleri ancak Allah için severler ve karşılıklı menfaat beklemezler. Onların yüzleri nurdur, onlar nurdan minberler üzerindedirler. İnsanlar korktukları zaman onlar korkmazlar. İnsanlar mahzûn oldukları zaman mahzûn olmazlar.”
“Onlara enbiyâ ve şühedâ gıpta ederler" demek, onların gıpta edilmeye lâyık hâllerini temsil yoluyla tasvir etmektir.
***
Bir âlime sorulur:
– Âşık kimdir ve hâli nedir? Cevap verir:
– İnsanlarla az haşır-neşir olur. Rabbi ile daha çok baş başa kalır. Görünüşü sessizdir. Fakat devamlı tefekkür hâlindedir. Baktığı zaman görmez, çağrıldığı zaman işitmez. Konuşulduğu zaman anlamaz. Başına bir felâket gelse üzülmez. Aç kalsa açlık hissetmez. Görünüşü pejmürdedir. Allah’tan başkasından korkmaz. Tenhalarda, Allah’a münâcaât eder. Dünyalık yüzünden, dünyacılarla çekişmez. Onun için Allah Teâlâ'ya muhabbet, bulunmaz bir cevherdir. Muhabbet dâvâsında bulunmak kolaydır. Bir kimse kalkıp kendini âşıklardan sayabilir, fakat hakîkî sevginin bürhanları, nişanları vardır ki, insan bunları aramalıdır. Bunlar şu şekilde ifade edebiliriz:
Birincisi: Ölüme îtibar etmez. Bu vâdide hiçbir dost, dostun dîdârını mekân içinde aramaz. Dostumu öldükten sonra görürüm, aceleye lüzûm yok, diyorsa âşık değildir. Âşıkın ölümü, bildiğimiz ölüm olmayıp, bir âlemden arzuladığı âleme intikal demek olduğundan, ölümü arzulamak ona zor değildir.
İkincisi: Âşık, dostuna neyi varsa fedâ eder. Kendini dostuna yakın kılacak en küçük bir hareketi terk etmez ve dostu üzecek en küçük hareketten şiddetle sakınır. Bu vasıfta olmayan ve dosta götürecek vesileyi aramayan âşık değildir.
Üçüncüsü: Rabbinin zikri her an gönlünde tazedir. Bir zorluk olmadan, onun sevdâsına tutulmuştur. Dost dostunu durmadan zikreder. O’nu bir an unutursa, dostluğunda noksanı var demektir.
Dördüncüsü: Kur’ân ki Dostun kelâmıdır. Rasûl ki, Dostun rasûlüdür. Kur’ân’a ve Rasûle mensup ne varsa dost aşkına sever, O’nun kullarına, O’nun yarattığı her şeye, O’nun aşkına şefkat gösterir.
Beşincisi: Halvet ve münâcaâta düşkün olur. Gece olduğu zaman her türlü zahmeti bir tarafa bırakır ve dostuyla halvette kalmak için münâcaâta koyulur. Dostu onu beklerken gece sabaha kadar uyuyan sakın dostluktan bahsetmesin!
Altıncısı: İbâdet kolay gelir, ağırlığı kalkar. Kimin dostluğu sağlam ise, hiçbir şeyde, ibâdette bulduğu zevki bulmaz. İbâdetten başka her şeyden sıkılır.
Yedincisi: Dost’un kullarına mûtî ve müşfik olur. Dostuna isyan edenlere ve kâfirlere karşı şiddetli olur. (Sâdık Dânâ- Altınoluk Sohbetleri-2, s.190, Erkam Yayınları)
YORUMLAR