Faiz olmadan ekonomik hayat alanında yürüyebilmenin mümkün olamayacağını dile getiren kimseler öncelikle İlâhî otoriteyi sorgulamakla kendilerini büyük bir tehlikeye atmış olurlar. Yanlış her zaman yanlıştır. Yapılması gereken doğruya sarılmak ve bunu uygulamaya dökmektir.
Bakara Suresi’nin ikinci ayetinde, ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ فٖيهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّقٖينَۙ “İşte kitap; onda asla şüphe yoktur. O, günahtan sakınanlar için bir rehberdir.” buyurulmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm, insanları Allah Teâlâ (cc.)’nın rıza gösterdiği hayat tarzına, en iyiye ve en güzele götüren bir rehberdir. Bu rehberlik, iman dairesinden başlayarak insanın ibadet ve ahlâk dünyasını kuşatan ilahî bir kılavuzdur. İnsanın bu ilahî kılavuzun ışığında yürüyebilmesi için Allah Teâlâ (cc.)’nın emir ve yasaklarını gözeten samimî bir Müslüman olması gerekir. Ayet ve hadislerden (aslî şer'î delillerden) elde edilen bu hükümleri, konu ve uygulama bakımından itikadî hükümler, amelî hükümler ve ahlâkî hükümler şeklinde üç basamakta ele alabilmek mümkündür.
Birinci basamakta yer alan itikadî (aslî) hükümler diğer iki hüküm dairesinin de temelini oluşturur. İslâm dininin inanç ile ilgili esasları Allah Teâlâ (cc.)’ya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah Teâlâ (cc.)’dan olduğuna iman etmek üzere şekillenmektedir. İkinci basamakta yer alan amelî hüküm dairesi, insanların pratik hayata dönük davranışlarının sonuçlarını ve bu sonuçlara yönelik kuralları ele almaktadır. Üçüncü basamakta bulunan ahlâkî hükümler ise insanın dünya hayatını paylaştığı diğer varlıklar ile olan ilişki ve etkileşimin ana hatlarını çizmektedir.
İtikadî, amelî ve ahlâkî hüküm dairesinin işaret ettiği emir ve yasaklar, insan ve toplum hayatının bütün hayat alanlarını kuşatmaktadır. Bir başka deyişle İslâm’ın toplum, medeniyet, hukuk, siyaset, idare, ekonomi, ticaret hayatı, iş hayatı, uluslararası ilişkiler ile bilimsel ve teknolojik gelişmeler başta olmak üzere hayatın her bir yüzüne dönük söyleyecek bir sözü bulunmaktadır. İslâm ve iktisat ilişkisinin karakteri işte bu gerçeklikte saklıdır. İslâmî iktisat çalışmalarını, İslâm’ın üç basamakta varlık kazanan hüküm dairesinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Bu bakımdan İslâm iktisadı, Allah Teâlâ (cc.)’nın iktisadî mesele, davranış ve problemlere yönelik emir ve yasaklarını insan, toplum ve ümmet ölçeğinde yerine getirme çabalarını anlatmaktadır. Amaç, ekonomik meselelerin Allah Teâlâ (cc.)’nın emir ve yasakları çerçevesinde işleyebilmesi için mücadele etmektir.
İktisadî hayat alanına yönelik cevap aranan meseleye ilişkin Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnet çerçevesinde açık ve kesin bir hükmün bulunması durumunda, ilgili hüküm alınır ve uygulanır. Ancak ekonomik meselelere yönelik vahyin işaret ettiği çözümlemeler sınırlıdır. Bu sınırlılık, Allah Teâlâ (cc.)’nın dünya hayatının devamı ve toplum hayatının düzeni için koyduğu kanunların (Sünnetullah) bir gereğidir. Dünya hayatının ihtiyaçları çeşitlenmekte ve yeni meseleler varlık kazanabilmektedir. Kur'ân-ı Kerîm ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in sünneti sınırlı sayıdaki bazı alanları detaylandırarak açıklarken, kalan çok sayıdaki alana yönelik genel hükümleri barındırmaktadır. Aslî şer'î deliller, bu genel hükümler aracılığı ile insan ve toplum hayatını belirli bir çerçeve çizerek düzenlemektedir.
Varlık kazanan yeni ihtiyaçlar karşısında, bu çerçevenin altını doldurabilmek için ictihad etmek gerekir. İctihad etmek gelişigüzel yapılacak bir davranış olmayıp, bunun için şer'î ve aklî yetkinliğe, kavrayış ve muhakeme gücüne ve ferasete sahip olmak gerekir. Buraya kadar anlatılanlardan çıkarılacak sonuç, insanlığın iktisadî dengesizliklerden kurtulabilmesinin yolunun, dün olduğu gibi bugün ve yarın da İslâm’ın iktisadî hayat alanına yönelik hükümlerine sımsıkı sarılmasından geçtiğidir. İslâm iktisadî esasları dinamik ve gelişmeye açıktır.
İslâm’ın iktisadî hayat alanına yönelik işaret ettiği hükümleri infâk müessesesi, faiz yasağı, israf yasağı ve emek – sermaye dengesi şeklinde dört üst başlıkta toplayabilmek mümkündür. Bu dört temel esasın kendisine uygulamada karşılık bulmadığı ekonomik sistemlerin (ismi kapitalizm, sosyalizm veya her ne olursa olsun) başarılı olabilmesi mümkün değildir. Bunun nedeni açıktır. Beşerin ürünü olan hiçbir yaklaşım ve sistem, Kur'ân-ı Kerîm ve Resûlullah (sav.)’in sünnetinin işaret ettiği hayat alanından daha iyi ve daha güzel değildir. Allah Teâlâ (cc.), herhangi bir konuda bir hüküm koymuş ise beyân, kıyas veya maslahat ictihadı gibi farklı metodolojik çözümler aracılığı ile bu hükümleri esas alarak kıyamete kadar amel edebilmek mümkündür. Bu gerçekliğe rağmen, popüler gündemde faizsiz bir iktisadî hayat ağının mümkün olamayacağı algısı oturtulmaya çalışılmaktadır. Benzer bir meydan okuma, İslâm’ın iktisadî çehresinin bugünün dünyasının kompleks ilişkilerini anlamakta ve açıklamakta yetersiz kalacağını iddia edenlere aittir. Her iki düşüncenin sığlığı, İslâm’ın varlık, bilgi ve değerler dünyasını kavrayamamış olmakta saklıdır.
Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnet, faizi yasaklamaktadır. Farklı mânâ arayışları ile bu yasağın arkasından dolaşmaya çalışmanın, İslâmî bir duruş ile bağdaştırılabilir bir tarafı yoktur. Bir kimse, ekonomik hayatını faize bulaşmadan devam ettiremeyeceği düşüncesine kapılırsa, o kişiyi bekleyen ilk tehlike itikadî basamaktadır. Çünkü kişi böyle yapmakla, özü itibariyle kötü ve çirkin olan bir uygulamanın kaçınılmaz ve vazgeçilmez olduğunu kabul etmektedir. Buna karşılık Allah Teâlâ (cc.)’nın kesin emri olan dosdoğru bir davranışın ise somut olarak uygulanamayacağını düşünmektedir. Öyleye faiz olmadan ekonomik hayat alanında yürüyebilmenin mümkün olamayacağını dile getiren kimseler öncelikle İlâhî otoriteyi sorgulamakla kendilerini büyük bir tehlikeye atmış olurlar. Yanlış her zaman yanlıştır. Yapılması gereken doğruya sarılmak ve bunu uygulamaya dökmektir.
Faiz gelirinin ve faizli işlemlerin yasakladığı bir iktisadî düzende devletin atması gereken bir diğer adım zekât kurumuna işlevsellik kazandırmaktır. Böylece kapitalist uygulama örneklerinin insanı bencilleştiren, hissizleştiren ve dünyevîleştiren dokusu kaybolacaktır. İnsanlar, kendilerinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin günlük ihtiyaçlarını karşılamak adına harcamalar yaparken diğer yandan aynı toplumu paylaştığı ihtiyaç sahiplerini düşünecek, onların da alım gücünü artırmak için zekâtlarını verecektir.
Faizin meşrûiyetinin ortadan kaldırılması sonrası oluşacak düzlemdeki en önemli rahatlıklardan bir tanesi de sermayenin âtıl durumdan kurtularak, dolaşıma çıkması olacaktır. Bugün sermaye birikiminin amacı sermayeyi kendisinden hiçbir fayda sağlamayacak şekilde istiflemek üzerinedir. Ancak doğru olan sermayenin âtıl tutulması (kenz ve iddihar) değil, üretime koşulmasıdır. Büyük üretim, büyük geçim kapısı demek olduğundan istihdam da canlanacaktır.
YORUMLAR