Kurbiyyet ile Dirilik Arasındaki İlişki

Gönüller ancak ebedî ve ezelî diri olan (el-Hayy) ile irtibatları nispetinde dirilecek ve diri kalacaktır. Namaz, oruç, hac ve kurban gibi ibadet hayatımız, bu dirilişin vesileleri olduğu gibi hayatın her alanında emir ve yasaklara uymak suretiyle istikameti muhafaza etmek ve yine dua ve zikirlerimizle O’nu hiçbir zaman unutmamak da bizi kurbiyyet kıvamına taşıyan diriliş vasıtalarıdır. Hayatına yüce bir anlam katabilenler ve hadiselerin ibret ve hikmetini çözebilenler de ancak böylesine diri bir kalbe sahip olan mukarrebîn zümresidir.

Sözlükte “yakınlık” anlamına gelen “kurb” kelimesi, Kur’ân-ı Kerim ve Hadis-i şeriflerde kulun manevî olarak “Allah’a yakınlığı”nı ifade eder. İnsanların Hakk’a kulluk seviyesi itibariyle sınıflandırılmasında “Mukarrebûn” sınıfı en şerefli kullardır. Fakat böyleleri azınlıktadır. Onların en bariz vasıfları, hayırda ve Hakk’ın rızasına erdirecek amellerin ifasında bir yarıştaymışçasına bir halet-i ruhiye içinde olmalarıdır. Kur’ân-ı Kerim onların bu hususiyetlerine “es-Sâbikûn” (yarışta öne geçenler) ifadesiyle dikkat çeker. Bu kulların hayatları da ölümleri de farklı tecelliler içinde huzur ve saadet doludur. Vâkıa Sûresi’nde onların son anları şöyle bildirilir:

“(Ölen kişi) Allah'a yakın kılınmışlardan (mukarrabînden) ise, ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır.” (Vâkıa, 88-89)

Kurbiyyet, hayra, kemâle ve cemâle doğru bir müsabakanın tabii bir neticesi ise sürekli bir müsabaka halinde olmanın da elbette sâikleri, sebepleri ve gerekleri olmalıdır. Bunları kısaca şöyle sıralamak mümkündür:

  1. Hayatın gayesini doğru kavramışlardır.
  2. Hedeflerini net olarak belirlemişler ve sağa sola takılmadan koşabilmektedirler.
  3. Kurbiyyet vesilelerine sarılmışlardır.
  4. Heyecanları daimîdir.
  5. Akletme ve idrak özellikleri gelişmiş olmalıdır.
  6. Gönüllerinde sürekli bir Rabbânî esinti ve cezbe-i ilâhiyye olmalıdır.
  7. Hülasa diri bir gönle sahip olmalıdırlar.

Ehl-i irfana göre hayatın gayesi “kesb-i kemâl edip seyr-i cemâle ermektir.” Diğer bir ifadeyle Rabbimizin muradına uygun bir hilâfet-i kâmileye ehil olma adına kulluk vasıflarında olgunlaşma ve nihayette de Rabb’in rızasına ve Cemâl-i bâ kemâline erişmektir. Böyle bir misyon kendini aşmaktır. Cesedin ihtiyaçlarının ve arzularının ötesine geçmektir. Ruhu cesede değil, cesedi ruha hizmetkâr kılmaktır. Maddenin esiri olan ya da sadece gözünün gördüğüne, elinin değdiğine ve bedenî hazlarının tatminine kilitlenmiş kimselerde böylesi bir ufuk düşünülemez. Bu öyle bir gaye-i hayaldir ki kişiyi bir ömür koşturur da koşturur. Yüce bir nimete talip olanın oturup kalması, tembel tembel işi ağırdan alması düşünülemez. Zira nimetin büyüğüne talip olmak, elbette gayretin de büyüğüne tahammüllü olmayı gerektirir. Zaten böylesi yüce sevdalar uğruna yola çıkanların yapıp ettikleri kendilerine yük değil haz ve lezzet verir.

Gayesi belli olanın hedefleri de açık seçik olmalıdır. Nereye gideceğini bilenler şaşkınlık yaşamazlar. Hayatlarında ehem-mühim sıralaması yapılmıştır. Evlâd u iyâl, alış-veriş ya da daha başka meşgaleler, olması gerektiğinden daha fazla gündemlerini meşgul etmez. Bedenleri meşgalelerin içinde olsa bile gönül âlemlerinde daima Mevlâ ile beraberlik ve O’na kurbiyyet iradesi yer alır. Gafletin zıddı olan bu uyanıklık hali, herkesin kolayca erişebileceği bir kıvam değildir.

Onlarda bu diriliği oluşturan; kurbiyyet vesilelerine sıkı sıkıya sarılmalarıdır. Bu vesileler de Allah’ın farz kıldığı hususlara azami itina göstermek ve bunlarla yetinmeden nafile amellerle de ilâhî muhabbete nail olmaya ehemmiyet göstermeleridir. Bu iki hususa riayetin neticesinde firaset ve basiretleri açılmış; hak-batıl, güzel-çirkin, hayır-şer, ehem-mühim kendilerine açık seçik gösterilmiştir. Böylesi bir ilim, irfan ve hikmetle hayat ve hadiselere yaklaşan kişideki dirilik, hiç şüphesiz ifade kalıplarına sığmayacak kadar derin bir diriliktir. Kurbiyyet arttıkça o nispette derinlik ve kapsayıcılık yönüyle dirilik de artmıştır.

Kurbiyyet yolunda atılan her bir adım, heyecanı daha da artıran ve yolculuğa lezzet katan bir kıvam oluşturacaktır. Kutsî bir hadiste şöyle buyurulur: “Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir zira' (arşın) yaklaşırım. O bana bir zira' yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim.” (Buhari, Tevhid 50; Müslim, Zikr 2) Bu hadis-i şerif, kulun kurbiyyet yolunda attığı her adımın bir cezbe-i Rabbânî oluşturduğuna bir işarettir. Bir kelâm-ı kibarda da denilmiştir ki: “Cezbesiz hiçbir kul vâsıl-ı ilallah olamamıştır.”

Akıl ve idrakin keskinleşmesi diğer bir ifadeyle aklın “lüb” seviyesine yükselmesi (ülü’l-elbâb) Allah ile kurulan irtibat nispetindedir. Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim’de lüb seviyesine erişmiş kalplerin ayakta iken, otururken ve yanları üzere iken Allah’ı hep hatırlayan ve göklerin ve yerin yaratılışı üzerine tefekkür eden kimseler olduğunu beyan eder. (Âl-i İmrân 190-191) Bu ilâhî mesajdan anlaşılan; Hakk’ı her daim zikreden/unutmayan mukarreb kulların idrakleri ve akletmeleri daha parlak ve tortusuzdur. Allah’ı zikir başlı başına bir dirilik vesilesidir. Allah Resûlünün beyanlarında Hakk’ı unutan, O’nu hatırına getirmeyenlerin manen ölü mesabesinde olduklarına dikkat çekilmiştir.

Kul, Hakk’a kurbiyet kazandıkça ünsiyet (ünsü billâh) artacak ve ünsiyet nispetinde de zevk-ı manevî ve heyecan ziyadeleşecektir. Hakk’ın tecellîllerini gören, tüm varlıkta okuyan ve farkeden gönüllerde, elbette heyecan pörsümesine yer olmayacaktır. Her an yeni yeni tecellilerle buluşan gönüller nasıl olur da yorulur ve donuklaşır. İlâhî esintiler (Nefehât-ı ilâhiyye) ve meltemlerle (reşehât-ı Rabbâniyye) buluşan kalpler diri kalplerdir.

Kalbin diriliği, kişiliğin dirilişidir. Mevlânâ der ki: “Ağacın kökünde dirilik kalmamışsa ona bin derenin suyunu akıtsanız yine de çiçek açmaz, meyveye durmaz.” Gönüller ancak ebedî ve ezelî diri olan (el-Hayy) ile irtibatları nispetinde dirilecek ve diri kalacaktır. Namaz, oruç, hac ve kurban gibi ibadet hayatımız, bu dirilişin vesileleri olduğu gibi hayatın her alanında emir ve yasaklara uymak suretiyle istikameti muhafaza etmek ve yine dua ve zikirlerimizle O’nu hiçbir zaman unutmamak da bizi kurbiyyet kıvamına taşıyan diriliş vasıtalarıdır. Hayatına yüce bir anlam katabilenler ve hadiselerin ibret ve hikmetini çözebilenler de ancak böylesine diri bir kalbe sahip olan mukarrebîn zümresidir. Bu kıvama ermek herkes için kolay olmasa da ermek için yolda olmanın kıymeti de asla küçük görülemez. Arayanları muradına erdirecek olan Allah’tır… Yola çıkan, yolda olan ister yavaş ister hızlı yürüsün hedefine ve yürüyüşüne göre elbette bir değer kazanacaktır. Kurbiyyet yolunda atılan her bir adım mübarek bir adımdır.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle