Rasûllah’ın Atası Hazreti İbrâhim’in Dâvâsı

Hazreti İbrahim, kendisinin ismi ile anılan bir sûre olan ve Efendimiz’in soyundan geldiği Rabbimizin özel iltifatına mazhar olmuş ‘Halîlullah’ vasfına sahip bir peygamberdir. O’nun imtihanlarla ve mücâdele ile dolu hayatına baktığımız zaman birçok açıdan farklı dersler ve ibretler olduğunu görürüz.

Âdeta yaşadığımız modern zamanların toplumları gibi, isyan bataklığında boğulmak üzere, Allah’a orta koşan ve insânî birçok değerin altüst olduğu bir cemiyete gelen Hazreti İbrahim, yakın çevresinden uzak çevresine kadar büyük imtihanlarla muhatap olmuştur. Hazreti İbrahim’in büyük dâvâsı aslında insanlığın mânevi bakımdan var ve yok olma dâvâsı idi. Onun dâvâsı fıtratı koruma ve kendisini ilah yerine koyan zavallılara acziyetlerini hatırlatma ve bir olan Allah’a kulluk etmeye çağırma davası idi.

Kitabımız Kur’ân’ın bize verdiği habere göre, putlara tapan bir babanın evladı olarak dünyaya gelen Hazreti İbrahim, daha genç denilecek yaşlarda putların sahteliğini kavramış ve Rabbini arama derdine düşmüştü. Fıtrat, kendi haline bırakıldığı zaman nasıl ki doğru olanı bulur ise o da doğan güneşin battığını, parlayan ayın kaybolduğunu, sayısız yıldızın sabah ışığında yok olduğunu görerek bütün bunları ve kâinatı yaratan bir kudretin olduğunu idrak ediyor ve ‘ben batanları yok olanları sevemem’ diyerek Rabbinin bir ve tek olduğunu ifade ediyordu. Demek ki insan hangi şart ve durumda olursa olsun, kendisine tebliği ulaşmasa da Allah’ın ona verdiği akıl ve idrak ile Rabbini bulabilir. O’nun kudretini, kudretinin tecellilerini görebilir. Hazreti İbrahim’in yaptığı gibi… Dolayısı ile Hazreti İbrahim’in dâvâsının ilk adımı Rabbini bulmak ve O’nu tasdik etmekti.

Yaşadığı toplumun müşrik bir toplum olmasından önce öz babasının putlara tapan biri olması da onun vermesi gereken mücâdeleye en yakınından başlaması gerektiğini ortaya koyuyordu. Müşrik te olsa nezâketli, bir ifade ile babasına ‘Babacığım’ diye hitap eden Hazreti İbrahm’in yaşadığı diyaloğu Kur’ân-ı Kerim şu ayeti-i kerimelerle bize haber veriyor:

 Hani babasına demişti: “Babacığım! Niçin duymayan, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayacak şeylere ibadet ediyorsun?” (Meryem, 42)

 “Babacığım! Şüphesiz ki bana, sana gelmemiş olan bir ilim geldi. Bana uy ki seni dosdoğru yola ileteyim.” (Meryem, 43)

 “Babacığım! Şeytana ibadet/kulluk etme! Çünkü şeytan, Er-Rahmân’a başkaldırmıştır/asi olmuştur.” (Meryem, 44)

 “Babacığım! Er-Rahmân’ın azabı sana dokunur ve şeytana dost olursun diye endişeleniyorum.” (Meryem, 45)

 (Babası) demişti ki: “İlahlarımdan yüz mü çeviriyorsun ey İbrahim? Şayet (bu hâline) son vermezsen seni taşlarım. Uzun süre benden uzaklaş.” (Meryem, 46)

 Demişti ki: “Selam olsun sana! Senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. Şüphesiz ki O, bana karşı (merhametli, lütufkâr ve benimle yakından ilgilenen) Hafiy’dir.” (Meryem, 47)

 “Sizi ve Allah’ın dışında dua ettiklerinizi terk edip ayrılıyorum. Yalnızca Rabbime dua ediyorum. Umulur ki Rabbime yaptığım dua nedeniyle bedbaht olmam. (Rabbim duama icabet eder.) (19/Meryem 48)

Hazreti İbrahim’in mücâdelesinin odak noktasını oluşturan bir diğer muhatap ise kavmidir. Nemrut ve kendisini ateşe atabilecek kadar azgınlaşmış bir kavmin katılaşan kalplerinin yumuşaması, taptıkları putların işe yaramaz oluşunun anlaşılması Hazreti İbrahim için verilecek en büyük mücâdele idi. Vazgeçmiyordu. Onların olmadığı bir gün putların olduğu mekâna girerek hepsini kırıyor ve kırdığı baltayı da en büyük putun boynuna asarak onlara hem bir ders veriyor hem de kendi kendileri ile çelişecek cevapların zeminini hazırlıyordu. Aklıselim herkes bilecek ki kendisine faydası olmayan topraktan, taştan yapılmış bir putun diğerlerini kırması imkânsızdı. Bu kadar aciz bir tap parçası nasıl olur da bir ilah yerine konulabilirdi! İbrahim aleyhisselam, yaşadığı toplumun âdeta can damarlarına basıyor, onların kendilerine gelmeleri için mücadelesinden vazgeçmiyordu.

Bir insanı diri diri ateşin içine atmak, beşer idraki açısından verilebilecek en büyük cezadır. Cezanın ateş olması da ayrıca ibretli bir durumdur. Zira Nemrut kendisini bir ilah olarak gördüğü için ceza şekli de bu şekilde olmalıydı. Ancak bütün kâinatın Rabbi olan Allah yakılan ateşin de Rabbi idi. Ve o ateşe, ‘‘İbrahim için serin ve selamet ol’’ emrini vererek Peygamberini korumuştu.

Hicret etmek zorunda kalan Hazreti İbrahim’in mücâdelesi kavminden ayrıldıktan sonra da devam etti. Babası ve kavmi ile imtihan olan Hazreti İbrahim, bu defa ailesi ve oğlu ile de imtihan edilmişti. Büyük dâvâ insanı olmak bu kadar yükü kaldırmayı gerektiriyordu adeta. Hazreti İsmail, biricik evlâdı ve can parçası idi. Bir insanın en hassas noktası evladıdır elbette. İşte Rabbine kurban edilmesi istenen yavrusu, hem kendisinin hem de babasının teslimiyet sınaması idi. Bu teslimiyet kervanına eşi Hazreti Hacer annemiz de dâhil olmuştu.

Kendisine ‘Allah’ın dostu’ sıfatının verildiği büyük peygamberin hayatı bir bütün olarak sınanmalarla ve onun bu imtihanlar karşısında mücâdelesi ile geçmiştir. İnsanlık tarihinin en büyük buluşması olan Hac ibadetinin adeta her adımında O’nun ve ailesinin hatıraları ve rûhaniyetleri vardır. Şeytan taşlamadan, Safâ Merve sa’yine, Mina’dan Müzdelife’ye ve Kâbe’nin inşasına her yönde Hazreti İbrahim (a.s.)’ın hatıralarını görürüz. Onun bu büyük dâvâsı aslında bütün peygamberlerin dâvâsıdır. Dolayısı ile îman ehlinin, cihad ehlinin dâvâsıdır. Efendimiz (s.a.v.)’nin atası ve bizim de kendisinin milleti olduğumuz Hazreti İbrahim’in dâvâsı anlaşılmadan iç dünyamızda nefis putu ile dış dünyamızda da dünyanın süsü ve zineti, yerine göre imtihanı olan evlatlarımızla, belki zaman zaman içinde yaşadığımız toplum ile veya en yakın ailemizle nasıl bir bağ kurmamız gerektiğini tam manası ile idrak edemeyiz. Bu vesile ile Rabbimiz’in yüce kelâmında Hazreti İbrahim ile ilgili inzâl olunan her âyeti bir kere daha okumalı ve hayata, insanlığa ve varlık âlemine İbrahimî bir gözle bakmalıyız.

 

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle