Allah’ı Seviyorsanız Bana Tâbi Olunuz

Türkçemize sevgi olarak tercüme edilen muhabbet, aslında “hubb” kökünden türemiştir, aynı mânâdan gelen “habbe” tohum demektir. Her tohum nasıl ki kendi varlığına uygun bir tecelli ile kendini izhar ederse, muhabbetler de kendi özlerinde taşıdıkları mânâ ve meyillere göre davranışların tezahürüne vesile olurlar. Kalb hangi sevdaya ve meyillere yöneliyorsa insan davranışları da ona göre şekillenecektir.

Rabbimiz yüce kelâmında Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimizi farklı sıfatları ile zikrediyor. Efendimizin de ashâbına ve sonraki çağların bütün mü’minlerine, zât-ı risaletlerini tanıttığı ve öncelikle zikrettiği hususiyetlerinden biri şüphesiz O’nun Habîbullah yani Allah tarafından çok sevilen, Allah Teâlâ’yı da çok seven vasfıdır.

İbn-i Abbâs -radıyallahu anh-den rivâyete göre şöyle buyurdular:

- Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in ashabından bazı kişiler kendisini beklemek üzere oturmuşlardı. Nihayet Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- yanlarına çıkageldi. Onlara yaklaşınca da konuştuklarını duydu. Bazıları şöyle diyordu: “Şaşılacak şey doğrusu Allah yarattıklarından birini dost edinmiş ve İbrahim’i dost edinmiş.” Diğer bir kısmı ise; “Mûsa’nın Allah ile konuşması daha hayret verici bir şeydir. Allah onunla apaçık konuşmuştur.” Diğer bir kısmı ise; “Îsa Allah’ın kelimesi ve ruhudur.” Diğer bir kısmı da; “Âdem babasız şekilde yaratılmış seçkin bir insandır.” dediler. Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- onların yanına geldi, selam verip şöyle buyurdu:

“-Konuşmalarınızı ve hayret ettiğiniz şeyleri dinledim. (Evet) İbrahim Allah’ın dostudur o bir gerçektir. Mûsa da, Allah’ın konuştuğu seçkin bir kimsedir bu da doğrudur. Îsâ da Allah’ın ruhu ve kelimesidir, bu da gerçektir. Âdem’i de Allah seçmiştir, bu da gerçektir. Dikkat ediniz Allah’ın habibi, (sevgilisi) benim, ancak övünmek yok. Kıyamet günü hamd sancağını taşıyacak olan da benim. Övünmek yok. Kıyamet gününde ilk şefaat edecek olan da benim, yine övünmek yok. Cennetin kapılarının halkalarını ilk hareket ettirecek olan benim. Allah bana cennet kapısını açacak, beraberimde mü’minleri ve fakirleri cennete koyacaktır. Fakat övünmek yok. Ben geçmişlerin ve geleceklerin en değerlisiyim fakat övünmek yok.” (Tirmizi)

Sevgili Peygamberimiz’in “ben habîbullahım” beyânı bütün mü’minler için bir taraftan ilâhî muhabbete nasıl bir yol bulunabileceğine işaret ederken, diğer taraftan da beşeriyet kademesinde muhabbetin merkezinin neresi olduğunu ifâde etmektedir.

Âyet-i kerîmede:

“De ki, eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah gafûr ve rahîmdir.” (Hakim, el-Müstedrek) buyrularak, ilâhî muhabbete vusûlün ancak Habîbullah Efendimiz’e uymakla mümkün olacağı beyan edilirken, hadis-i nebevide ise;

“-Allah’ı sizi nimetlerinden gıdalandırdığı için sevin, beni Allah’ı sevdiğiniz için sevin. Ehl-i beytimi de beni sevdiğiniz için sevin” (Tirmizî, Menakıb)

“-Nefsim kudret elinde olan Allah Zülcelal’e yemin ederim ki hiç biriniz ben ona babasından ve evladından daha sevgili olmadıkça îmân etmiş olmaz.” (Buharî, Îman) buyruluyor.

Muhabbetin merkezi kalptir. Bu sebeple öncelikle kalpte nasıl bir muhabbet sıralaması yapmak gerektiği, sonra da muhabbetin dış dünyaya nasıl yansıyacağı ve nasıl bir bedel istediği bilinmelidir.

Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu sıralamada şöyle buyuruyor:

“-Dâvud -aleyhisselam-’ın dualarından biri şu idi:

‘-Allahım! Senden Senin muhabbetini, sevdiklerinin muhabbetini ve Senin muhabbetine ulaştıracak ameli istiyorum. Allahım! Senin muhabbetini bana kendimden, ailemden ve soğuk sudan daha sevimli kıl.’” (Tirmizî, Deavat)

Diğer bir rivayette ise Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle dua ederlerdi:

“-Allahım! Beni Senin muhabbetinle ve sevgisi Senin katında fayda verecek olan kimsenin muhabbeti ile rızıklandır. Allahım bana ihsân ettiğin ve benim de kendilerini sevdiğim nimetleri, Senin sevdiğin ve râzı olduğun amelleri işleyebilmem için bir kuvvet eyle. Allahım! Sevdiğim halde bana vermediğin şeyleri de zihnimi Senin verdiğin şeylerin meşguliyetinden kurtarıp tamamen Senin taatine yönelmeme bir vesile/sebep kıl.” (Tirmizi, Deavat)

Her sevginin bir dili olması gerekir ki, sevginin dili de davranışlardır.

Nebiyy-i Ekrem Efendimiz bir gün abdest almışlardı. Ashab-ı Kiram onun abdest suyunu alıp yüzlerine gözlerine sürmeye başladılar. Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem- onlara:

“- Niçin böyle yapıyorsunuz?” buyurdular. Onlar da:

- Allah ve Rasûlü’nün muhabbeti sebebiyle dediler. Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“- Allah ve Rasûlünü sevmeyi arzu eden veya Allah ve Rasûlünün kendisini sevmesini arzu eden kişi:

* Konuştuğunda doğru söylesin,

* Kendisine bir emanet verildiğinde onu en güzel şekilde edâ etsin yani kendisine güvenen insanların bu emniyetini boşa çıkarmasın ve,

* Civarındaki insanlara en güzel şekilde komşuluk yapsın.” (Beyhakî, Şuab)

Diğer taraftan yerinde olmayan bir muhabbetin, insanı kör ve sağır yaptığı da (Ebû Davud, Edeb) bir gerçektir. Muhabbetin zıddı olan nefretin yerinde kullanılmaması da bir sorumluluktur. Bu sebeple insanlar arası muamelelerde muhabbet ve nefret gibi hissiyat da itidal üzere olup dengeyi kaybetmemek gerekir. Allah için muhabbet ve karşılığında Allah için buğz temel bir îman ölçüsüdür.

Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle îkaz buyuruyorlar:

“-Dostunu severken ölçülü sev. Zira günün birinde düşman olabilir. Düşmanına da ölçülü bir şekilde buğzet, çünkü günün birinde dostun olabilir.” (Tirmizî, Birr)

Yine Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyor:

“-Şirk karanlık gecede Safâ Tepesi’nde yürüyen kara karıncanın hareketinden daha gizlidir. En küçüğü de zulüm olan bir şeyi sevmek, adâlet üzere olan bir şeye buğzetmektir. Din de zâten muhabbet ve nefretten başka bir şey midir ki....” (Hâkim, Müstedrek)

Kalbte irade çok güçtür. Önemli olan da lâyıkına muhabbeti gerektiği ölçüde izhâr ederken, müstahak olana nefrette de adâlet ve insafı gözetebilmektir.

“İlâhî! Sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerin. Yâr et bize erdirdiklerini. Sevdin Habibini kainata sevdirdin, makam-ı ibrahimden makam-ı Mahmuda erdirdin; Server-i asfiya kıldın, hâtem-i enbiyâ kıldın, Muhammed Mustafa kıldın. Salat-ü selâm, tahıyyat ü ikram her türlü ihtiram O’na, O’nun âl ve ashâbına ve O’na tâbi olanlara yâ Rab! (Elmalılı)

PAYLAŞ:                

Abdullah Sert

Abdullah Sert Bey 1948 yılında Kütahya-Tavşanlı’da doğdu. İlk ve orta tahsilini Tavşanlı’da, lise tahsilini de Balıkesir İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı. 1966 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle