Şarkiyatçılar'ın Gözdesi Ayasofya Kütüphanesi

Bir ‘yazma eser kütüphanesi’ olan Ayasofya Kütüphanesi; caminin güneyinde, meydana bakan iki payandanın arasında yer alır. Osmanlı süsleme ve yapı sanatının en dikkat çeken örneklerindendir. Mehmet Erturan yazdı.

Bir ‘yazma eser kütüphanesi’ olan Ayasofya Kütüphanesi; caminin güneyinde, meydana bakan iki payandanın arasında yer alır. Osmanlı süsleme ve yapı sanatının en dikkat çeken örneklerindendir. I. Mahmud tarafından 1740 (H. 1153) yılında yaptırılmış ve yine padişahın katıldığı bir törenle açılmıştır. Halkın da yoğun ilgi gösterdiği açılış merasiminde Buharî hatmedilmiş, muhaddis ve müfessirler birer açılış dersi vermiş, Ayasofya vaizinin vaazından sonra dua edilmiş, padişah tarafından personele ihsanda bulunulmuştur. Vakfiyede belirtildiği üzere Malatya Sancağı’na bağlı elliye yakın köyün bütün geliri, mali kaynağını oluşturması için vakfa tahsis edilmiştir. Tahsis edilen yerler sonraları sürekli genişletilmiş, İstanbul içinde ve dışında Mora, Vidin, Semendire, Belgrad, Talas, Selanik gibi bölgelerden arazi, çiftlik, köy, mezra, su, balıkçılık, geçit gibi gelir getiren birçok akar (para getiren mülk) vakfiyeye eklenmiştir.

I. Mahmud, Galata Saray-ı Hümayunu ve Topkapı Sarayı Hazine-i Hümayunu’nda yer alan şahsına ait kıymetli eserleri kendi mührüyle damgalatıp kütüphaneye vakfetmiştir. Devlet ve saray yöneticileri de eserler bağışlamış, merhum Prof. Dr. Haluk Dursun’un ifadesiyle “padişahın gözüne girmek isteyen kimseler” kütüphaneye eser bağışı hususunda yarışa başlamıştır. Vakfedilen eserler arasında Fatih’in hususi kütüphanesinden tevarüs eden kitaplar da bulunmaktadır.

En çok kütüphane yaptıran padişah

Doç. Dr. Selman Can’dan öğrendiğimize göre Osmanlı padişahları içerisinde en çok kütüphane yaptıran isim I. Mahmud’dur. Tıpkı Ayasofya caminde olduğu gibi Fatih ve Süleymaniye camilerinde de kütüphaneler inşa ettirmiştir. Yirmi beş yıllık saltanat döneminde toplam on iki kütüphane kurdurmuştur. Esengül Yıldız Altunbaş’ın ifadesiyle kütüphaneler, genelde bir bodrum veya zemin kat üzerine yerden yükseltilerek yapılmış ve böylece kitapların nemden korunması sağlanmıştır ancak Ayasofya Kütüphanesi mevcut bir yapının içinde bulunduğundan doğrudan zemin üzerine inşa edilmiştir. Birimlerinin bir kısmının cami içinde bir kısmının da cami dışında kalmasıyla plan kurgusu sıra dışı bir farklılık arz etmektedir. I.Mahmud’un yaptırdığı diğer kütüphanelere nazaran mütevazı ve küçük olmasına rağmen mimarisi, kadrosu ve zengin kitap koleksiyonuyla dikkat çeken kütüphane, emsalleri içerisinde ayrı bir yere sahiptir. Dönemin diğer kütüphanelerinin personel sayısının üzerinde, İsmail E. Erünsal’ın belirttiği üzere 22 kişilik bir kadrosu vardır ve çalışanların maaşları farklı kütüphanelerde görevlendirilen meslektaşlarının aldıkları ücretlerin üzerindedir. Kadro; hafız-ı kütüb, katib-i kütüb, tatbiki-i kütüb, mücellit, noktacı, müstahfız, bevvab, ferraş, kurşuncu, meremmetçi, maniun nukuş ve buhurcudan oluşmaktadır. Tarihçi Subhî’nin naklettiğine göre raflarındaki eser sayısı dört bindir ve bu rakam diğer kütüphanelerdeki sayılardan fazladır. I.Mahmud sonraki yıllarda kütüphaneyi birçok kez ziyaret etmiş, her seferinde çalışanlara hediyelerde bulunmuştur. Dersiam, muhaddis, şeyhül kurra gibi ehil kişilerce kütüphanede yapılan derslere katılan öğrencilere vakfiyede belirtilen miktarlarda burslar verilmektedir. Böylece adına ‘kütüphanede öğretim’ denilen bir sistem düzenli hale getirilmiş, kütüphanecilikle birlikte eğitim de önemsenmiştir. Öğrencilere verilecek dersler, vakfiyede belirlenmiş ve ilm-i feraiz (miras hukuku), hadis, ulum-ı nafia, ilm-i kıraat gibi müfredatlar işlenmiştir.

Ya Fettah’ akımı

Kütüphane kapısında bulunan “Ya Fettâh” istifli iki tokmak günümüz insanının da dikkatini çeken detaylardandır. Osmanlı dönemi eserlerinin kapılarında sıklıkla kullanıldığı bilinmektedir. Haluk Dursun’a göre Fatih’in Ayasofya’yla olan bağlantısının temelinde bu kapı tokmağındaki sır vardır. Dursun, Ayasofya’da müdür olarak görev yaptığı yıllarda mezkûr tokmağın izinden giderek mabedi çözmeye çalıştığını söyler. O, bu ibareyi fethin sembolü ve ‘bütün medeniyetin anahtarı’ olarak görmekte, üniversitedeki Medeniyet Tarihi derslerinin başına koymaktadır. Haluk Hoca, Ayasofya’daki makam odasının kapısına hatıra maksadıyla ‘Ya Fettâh’ motifli kapı tokmağını yaptırmış, görenlerin ısrarla bunu kendisinden istemeleri üzerine de aynı tokmakların Ayasofya hediyelik satış mağazasına koyulması kararlaştırılmıştır. Yine kendisinin ifadesiyle o tarihten sonra bir ‘Ya Fettâh’ akımı başlamıştır. Dikkat çeken detaylardan biri de hazine-i kütüb bölümündeki kubbe kasnağına işlenmesi için binlercesi arasından seçilen Fatır suresinin 29-35 arası ayetleridir. Nureddin Yıldız, bu ayetlerin ezber listemizde yer alması gerektiği kanaatindedir. Kütüphanenin girişinden itibaren birçok yerde çeşitli yazılar, hat ve levhalar görmek mümkündür.

Mahmud Özlü’ye göre kütüphane etrafı açık müstakil bir bina olmayıp mabet içinde yer aldığı için kendini gözlerden gizlemiş, araştırmacılar müstesna, tarihi şöhretine rağmen vatandaşlarca yeri pek bilinememiştir. Kütüphane 1740-1968 yılları arasında 228 sene hizmet vermiştir. Geçmişte İstanbul Müzeler Müdürü görevinde bulunan Aziz Ogan’ın ifadesiyle kitapların taşınması konusu ilk olarak 1939’da düşünülmüş, resmi yazışmalar yapılmış ancak bazı sebeplerle karar alınamamış ve bu fikirden bir süreliğine vazgeçilmiştir. Nihayetinde eserler 1968 senesinde Süleymaniye Kütüphanesi’ne nakledilmiş, kütüphane de müze statüsünden payına düşen muameleyi görmüştür. Kütüphaneye sonradan yapılan ilaveler 1982-1983 yıllarındaki yenileme çalışmalarında kaldırılmış, hatta önceden örülerek dolaba dönüştürülen pencereler yeniden açılmıştır.

Ayasofya yazmaları

‘Ayasofya yazmaları’ diyebileceğimiz eserler arasında pek nadir ve tek nüsha olan çok kıymetli çalışmalar yer almaktadır. Cezerî’nin 1205’te bitirmeye muvaffak olduğu el-Cami' beyne’l-ʿilmi ve’l-ʿameli’n-nâfiʿ fî sınâʿati’l-hiyel adlı mekanikte çok önemli çizimlerin bulunduğu meşhur eseri, Sadreddin Konevi’nin Tebsıratü’l Mübtedî ve Tezkiretü’l Müntehî isimli eseri (Marifet Yolcusuna Kılavuz adıyla İz Yayıncılık tarafından neşredilmiştir), ünlü Coğrafyacı Batlamyus’a ait “Coğrafya Kılavuzu” adıyla bilinen ve bizzat Fatih tarafından Grekçe’den tercüme ettirilen kitap, satır başında anılan yazmalara dair birkaç örnektir. Zikredilen nadir eserlere ait bazı fotoğraflar, Ayasofya’nın cami olarak yeniden ibadete açılmasına ithafen İbrahim Göksel Baykan tarafından paylaşılmıştır.

Ordinaryüs Profesör İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın aktardığı üzere kütüphanede bulunan eserler arasında ilk halifelerden Hz. Osman ve Hz. Ali’ye ait Kur’an’lar da yer almaktadır. Doç. Dr. Said Öztürk’ten öğrendiğimize göre tek veya ilk nüshalar, bin senelik çalışmalar, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferinden dönüşte getirdiği kitaplar, paha biçilemeyen cilt, hat ve yazılar da kütüphanenin zenginliğini açıkça ortaya koymaktadır. İbrahim Mutlu’nun beyanıyla Uygur harfli kitaplar da göze çarpmaktadır. Bu özelliklerinden dolayı burası bütün şarkiyatçıların bildiği bir kütüphanedir.

Kütüphane katalogundan çıkan sonuca göre raflarda mushaf-ı şerifler, kıraat, tefsir, usul-i hadis, ehadis, gök bilimleri, usul-i fıkıh, fıkıh, fetva, feraiz, tasavvuf, akaid, kelam, nücum, mantık, hikmet, ahlak, siyaset, mühendislik, matematik, beyan, edebiyat, tarih, tıp, lügat, sarf, nahiv gibi otuz üç farklı disipline ait eser yer almaktadır. Sultan Ahmed Cami mahzenlerinden çıkarılıp tamir edildikten sonra buraya konulan kitaplara da rastlamak mümkündür.

Görene, köre ne?

Reşad Ekrem Koçu İstanbul Ansiklopedisi’ndeki ‘Ayasofya Kütüphanesi’ maddesinde belirtilen bilgiye göre kitapları taşıma işlemlerinden (1968) önceki yıllarda kütüphaneden istifade etmek isteyenlerin müzeye giriş ücreti ödememesi için ‘kütüphanede araştırma yapmaya geldiğini’ söylemesi gerekmektedir.

Tarihi mekân, gerekli onarım ve yenileme çalışmalarının ardından 2015 yılında I. Mahmut Kütüphanesi ismiyle ziyarete açılmıştır. Ancak Doç. Dr. Selman Can’ın yaptığı değerlendirmede karşımıza çıkan kanaate katılmamak mümkün değildir: Restorasyonu sona eren bu gibi özgün yapıların en büyük talihsizliği, günlük yaşamdan soyutlanarak bir biblo gibi kenara kaldırılması ve uzaktan sevilmesidir. Yapıların, içinde yaşadığımız oranda canlı kalabileceği unutulmamalıdır.

Vefatının(19 Ağustos 2019) ardından sâlâsı Ayasofya’da okunan Haluk Dursun’un “Görene, köre ne?” şeklindeki veciz ifadeye atıfla vurguladığı üzere Ayasofya Külliyesi’nde görene çok şey var ama ‘köre’ hiçbir şey yoktur.

Mehmet Erturan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle