Hayâ Damarı Yırtılırsa…

Rabbimizin yaradılış mayamıza koyduğu, peygamberlerin de bu maya üzerine inşa ettiği ahlâkî güzellikler, huzur arayan insanlığın vazgeçilmezleri olmalıdır. Hayâ duygusunu kaybeden insan ve toplulukların onunla birlikte başka güzellikleri de kaybedeceği tabiidir. Bir toplumda, hayâ damarlarını yırtan söz, davranış ve hareketlerin yaygınlaştırılması ilahî la’neti celbedecek büyük bir musibettir.

Görülebilen ve görünmeyen bütün âlemleri yaratan Yüce Rabbimiz, yarattıklarının özü olarak da insanı var etti. İnsan bir yönüyle kâinatın özü olarak bilinir ve tanınır. Bu öz dış görünüşü ile en güzel bir varlıktır. Ayet-i kerimede “O (Allah) sizi yarattı ve suretlerinizi de en güzel şekilde kıldı” (Tegabün, 3) buyruluyor.

İnsanın asıl güzelliği ve onu yaratıcısı katında değerli hale getirecek özellik ise iç dünyasıdır. Bu iç dünyanın, yaratıcı ve bütün yaratılanlarla ilişkilerini tanzim edecek bir kıvama ulaşması için Yüce Rabbimiz, bizzat insanlar içinden elçiler seçmiştir ki, bu Rabbin insan cinsine çok özel bir ikramıdır. Hazreti Âdem aleyhisselamla başlayıp Efendimizle kemâle ererek hitam bulan bütün Hak elçilerinin ana mesajı insanın iç dünyasının güzelleşmesidir. Bu, Kur’an ifadesi ile “mükerrem bir varlık” olan insanın, sahih iman ve ibadet ile Rabbine layık kul olması, salih amel ve ahlâkî davranışlarla da diğer varlıklar arasında yine O’nun razı olduğu bir hayat tarzına muvaffak olmasıdır. Bütün peygamberler bu manada gönderildikleri toplumların önünde bizzat birer örnektir.

Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- risâlet gayesini “bütün ahlâkî güzellikleri tamamlamak” olarak ifade buyururlar. Çocukluğundan itibaren hep yüce Rabbin hem koruması hem de terbiyesi altında yetişen sonsuzluk nuru Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- yüce Rabbin murad ettiği insan hakikatinin örneğidir. O’nun şahsında bütün güzellikler sergilenmiş, Rabbimiz o aziz elçisini “zat-ı ehadiyyetine ve ahirete kavuşmayı uman Hak Teâlâ’yı çok çok zikreden kulları için, en güzel bir örnek” olarak ifade buyurmuşlardır. Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- bütün ahlâkî güzellikleri farklı temsillerle hem ifade etmişler hem de bunları bir insan olarak bizzat yaşayarak ashabına göstermişlerdir. Özellikle üzerinde durulan hasletlerden biri de hayâ duygusudur.

 Hayâ, ayıplanan bir şeyin korkusu ile insanda meydana gelen bir mahcubiyet, utanma, ya da çekinme duygusudur ki, yaratılanlar içinde fıtrî olarak sadece insanda mevcuttur. Bir kısmı yaratılışımızda var olan bu duygu terbiyeye bağlı olarak kalpte yerleşince insanı her türlü günahtan alıkoyar. İnsanın tavır ve davranışlarında ilâhî ve fıtri ölçülere uyumasını, herhangi bir işte haddi aşmamasını sağlar. Bu noktada sevgili Peygamberimiz her şeyden önce yüce yaratıcımıza karşı hayâ sahibi olmamızı tavsiye buyururlar:

İbni Mes’ud -radıyallâhu anh-ın naklettiğine göre;

Bir gün Peygamber Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-; 

Allah’tan hakkıyla hayâ ediniz” buyurdu.

Sahabiler ise: Ya Rasûlallah! Elhamdülillah, Allah’tan hayâ ediyoruz dediklerinde, Sevgili Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-;

“Söylemek istediğim sizin anladığınız hayâ değildir. Allah’tan hakkıyla hayâ etmek; başı ve üzerindeki azaları, bedeni ve ondaki azaları muhafaza etmeniz, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamanızdır.  Ahireti dileyen dünyanın zînetini terkedip, ahireti bu hayata tercih etmelidir. İşte kim bu söylenenleri yerine getirirse Allah’tan hakkıyla hayâ etmiş olur. Efendimiz bu sözleri ile hayâ olarak ifade edilen ve iman ile birlikte zikredilen bu yüce ahlâkın insana nasıl bir kişilik kazandıracağını beyan buyurmuşlardır.

*

Cahiliye toplumu, Kâbe’yi çıplak tavaf eder, o toplumda elbisesiz dolaşmak gayet normal bir davranış olarak telakkî edilirdi. Allah Rasûlü ise küçüklüğünden itibaren kendisinde fıtraten mevcut olan yüksek hayâsı sebebi ile asla bu tarzı benimsememişti. Nitekim Kâbe’nin yeniden inşa edildiği bir zamanda amcası Hazreti Abbas ile birlikte taş taşırken, taşların omuzunu incitmemesi için amcasının elbisesini omuzuna doğru çekmesini istemesi üzerine, Efendimiz de elbisesini omuzuna doğru çekmek istemiş, ancak bunu yapar yapmaz yere yığılmıştı. O sırada gözlerini semaya dikmiş ve: “Bana izârımı -elbisemi- verin” diyerek, hemen elbisesini alıp, üzerini örtmüştü.

Allah Rasulü -sallallahu aleyhi ve sellem- Rab Teâlânın kullarından hayâ ettiğini bu sebeple onların ilticalarını kırmadığını beyan ederken, yüce Rabbimiz de muhtelif ayet-i kerimelerde habibinin bu yüksek ahlâkına işaret eder. Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz yüce hayâ duygusu sebebi ile insanların yüzlerine nazarlarını dikmez, dikkatlice bakmazdı. Rabbimiz bir taraftan erkek ve kadınlar için örtünme sınırları koyarken, diğer taraftan da her iki cinse gözlerine dikkat etmelerini emir buyurmaktadır. Mü’min erkeklere gözlerine dikkat etmeleri, bakışlarını korumaları, mü’min kadınların da yine gözlerini sakınmaları emredilerek hem ölçüler konmakta, hem de ince bir hayâ sahibi olunmasına işaret edilmektedir.

İki Cihan Güneşi Efendimiz hep güzellikler içinde yaşamıştır. Kendi başına bulunduğu anlarda bile kendisinden, hayâ sınırını aşan herhangi bir hareket vaki değildir. Ashâbının da aynı hal üzere olmasını isteyen Efendimiz onları hayâya ve hayânın bir tamamlayıcısı olan tesettüre davet etmiş; “Allah kendisinden hayâ edilmeye insanlardan daha lâyıktır” buyurarak, açıkta ve gizlide devamlı edep üzere bulunmayı tavsiye etmiştir. Diğer bir hadislerinde ise;

- Çıplaklıktan sakınınız. Yanınızda sizden hiç ayrılmayan (melekler) vardır. Bunlar ancak ihtiyaç giderirken ve kişi hanımına yaklaştığında ayrılırlar.  Onlardan utanın ve onlara iyi davranın (Tirmizî) buyurarak, Cenab-ı Hak’dan hayâ üzere olmayı ve ince bir edep üzere yaşamayı öğütlemişlerdir.

Diğer bir gün açık alanda örtüsüz yıkanan bir kimseye rastlamışlar, sonra minbere çıkıp;

- “Allah -azze ve celle- çok hayâlı ve çok gizlidir. Bu nedenle hayâyı ve örtünmeyi sever, o halde biriniz gusledeceği zaman örtünsün” buyurmuştur. (Üsve-i Hasene; 1-277)

Zaman zaman insandaki bu fıtrî ve ulvî duygunun gereksiz olduğu düşüncesiyle “özgüven” kavramı altında insana kaidesiz ve sınırsız bir özgürlük telkin etmek, insanı yaratıcısı ve yaratılanlarla problemli hale getirmek onu fıtrat dışına taşımaktır. Rabbimizin yaratılan mayamıza koyduğu, peygamberlerin de bu maya üzerine inşa ettiği ahlâkî güzellikler, huzur arayan insanlığın vazgeçilmezleri olmalıdır. Hayâ duygusunu kaybeden insan ve toplulukların onunla birlikte başka güzellikleri de kaybedeceği tabiidir. Bir toplumda, hayâ damarlarını yırtan söz, davranış ve hareketlerin yaygınlaştırılması da ilahî la’neti celbedecek büyük bir musibettir.

“İnananlar arasında hayasızlığın yayılmasını arzu eden kimseler var ya; onlar için dünya ve ahirette elem dolu bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Nur, 19)

Hazreti Ömer -radıyallâhu anh-: “Hayâsı azalan insanın takvası, haramlardan kaçınması da azalır. O hale gelince de kalbi ölür’ buyurur. Ömer İbni Abdülaziz’e de ‘hayâ dindendir’ denildiğinde, ‘hayır öyle değil, din bütünüyle hayâdan ibarettir’ demişti.  Mübarek sahâbi İbn-i Mes’ud -radıyallâhu anh- ise “insan, insanlardan utanmaz hale gelince Allah’tan da utanmamaya başlar” buyurur. Hasılı, hayâ ilâhî bir ahlâktır, nebevî bir haslettir, Selef-i Salihinin Cenab-ı Hakk’a hamdettiği bir güzelliktir.

Ger dilersiz gide sizden seyyiât/Derd ile aşk ile edin es-salât.

PAYLAŞ:                

Abdullah Sert

Abdullah Sert Bey 1948 yılında Kütahya-Tavşanlı’da doğdu. İlk ve orta tahsilini Tavşanlı’da, lise tahsilini de Balıkesir İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı. 1966 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle