Allah’ın Vaadi Haktır ve Yakındır

Allah Rasûlü’nün mübarek ve mesut zamanında O’nu, ashabını ve sonraki zamanlarda ise o kutlu izde yürüyen mü’minleri görünür ve görünmez orduları ile teyit eden yüce Rabbimiz umulur ki bu zamanda Sevgili Rasûlünün ümmetinden yüce dergahına el açıp yardım bekleyen mazlum ellere, masum yavrulara nusret-i ilahiyesini lütfedecektir.

Yaratılmışlar içinde yüce Rabbimizin en sevgili kulu şüphesiz Rasûl-i Kibriyâ sallâllâhu aleyhi ve sellemdir. Rahmet Peygamberi sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimize câhiliye toplumu içinde yaşadığı on yıl boyunca o toplumdan en ufak bir câhiliye özelliği bulaşmadığı gibi o insanların takdir ve hayranlığı ile karşılanmıştır. Ne var ki Zât-ı Risâletleri ilahî vahiyle topluma nübüvvetini beyan edince hem inkâr hem de katlanması çok güç düşmanlıklarla karşılaşmıştır.

Habibini özel bir risâletle seçen Rab Teâlâ bir türlü bitmez gibi görünen acımasız düşmanlıklara karşı Rasûlünü devamlı teselli buyurarak gelecekle ilgili müjdeler vermiştir. “(Ey habibim!) Muhakkak biz sana Kevser’i (cennette bir nehir, çok büyük ve yüce bir hayır, ümmetin çokluğu, ümmet içinde âlimlerin çokluğu, zürriyetinin çokluğu gibi nice hayırları) verdik. O halde namaz kıl, kurban kes! Doğrusu sana buğz eden, soyu kesik olanın ta kendisidir.” (Kevser 1-3) buyruğu O’na düşman olanların biteceğini, sevgili Habibine lütfedilen bu hayrın ebedî olacağını müjdelemektedir.

Geçmiş bütün peygamberlere ve onlara inananlara hep düşmanlıklar yapılsa da sonunda inananlar hep gâlip, münkirler ise ya ilahî azap ile helâk edilmiş veya acı mağlubiyetlere uğramışlardır. En güzel akıbet takva ehline aittir. Yüce Rabbimiz âyet-i kerimelerle hem sevgili Rasûlü Efendimize hem de O’na iman eden müminlere ilahî vaadlerini beyan etmiş ve asla ümitsizliğe düşülmemesini telkin buyurmuştur.

Hazreti Ömer radıyallahu anh efendimiz buyuruyorlar ki;

Mekke’nin zulüm ve baskılarının en yoğun olduğu günlerde: “O topluluk yakında hezimete uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.” (Kamer, 45) ayet-i celilesi nazil olmuştu. Ben o zaman yaşadığımız zor günlere bakarak kendi kendime “Acaba hangi cemaat bozguna uğrayacak, kime galebe çalınacak?” demiştim. Sonra Mekke günleri bitip Medine'ye hicret ettik. Bedir günü gelip de Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem çadırından bu ayeti okuyarak çıkınca yıllar önce hezimete uğrayacağı bildirilen topluluğun Mekke müşrikleri olduğunu anladım. Âyet-i kerimenin tefsirini de o gün öğrendim.” (İbn-i Sa’d, II, 25)

İnsanlık tarihi boyunca Cenâb-ı Hak bizzat seçip gönderdiği bütün elçileri ve onlara inananlar için dünyada zafer ahirette de büyük mükâfatlar vaad etmiştir.

Şüphesiz peygamberlerimize ve onlara iman edenlere hem dünya hayatında hem de şâhidlerin şâhidlik edecekleri günde yardım ederiz.

O gün zalimlere özür dilemeleri hiçbir fayda sağlamaz. Artık lânet de onlarındır, kötü yurt da onlarındır.

Andolsun ki biz Musa’ya hidayet verdik ve İsrailoğullarına, akıl sahipleri için bir öğüt ve doğruluk rehberi olan Kitab’ı miras bıraktık. (Rasûlüm!) Şimdi sabret, çünkü Allah’ın vaadi gerçektir. Günahının bağışlanmasını dile. Akşam sabah Rabbini hamd ile tesbih et!” (Mümin, 51-55)

İman edenler hâlâ bilmediler mi ki Allah dileseydi bütün insanları hidayete eriştirirdi. Allah’ın vaadi gelinceye kadar inkâr edenlere yaptıklarından dolayı ansızın büyük bir bela gelmeye devam edecek ve o bela evlerinin yakınına inecek. Allah, vaadinden asla dönmez.” (Ra’d, 31)

Vaadi hak olan yüce Rabbin ilahî müjdeleriyle kalb-i nebevîleri hep mutmaîn ve huzurlu olarak yaşayan sevgili Efendimiz, gerek baskıların çok olduğu Mekke günlerinde gerekse daha farklı imtihan tecellilerinin vaki olduğu Medine günlerinde daima güzide ashabına gelecek günlerin fetihlerini, ümmetinin nail olacağını hayırları müjdelemiştir.

***

Habbâb ibn-i Eret (r.a) şöyle anlatır:

Hırkasını başının altına yastık yapmış Kâbe’nin gölgesinde istirahat ederken Allah Rasûlü’nün yanına varıp (müşriklerden gördüğümüz işkencelerden) şikâyette bulunduk ve:

“-Bizim için yardım dilemeyecek, Allah’a bizim için dua etmeyecek misiniz?” dedik.

Rasûlullah (s.a.v) şöyle cevap verdiler:

“- Önceki ümmetler içinde bir mü’min tutuklanır, kazılan bir çukura konulurdu. Sonra da bir testere ile başından aşağı ikiye biçilir, eti-kemiği demir tırmıklarla taranırdı. Fakat bütün bu yapılanlar onu dininden döndüremezdi. Yemin ederim ki Allah mutlaka bu dini hâkim kılacaktır. Öylesine ki, yalnız başına bir atlı, Allah’tan ve sürüsüne kurt saldırmasından başka hiçbir şeyden endişe etmeksizin San’a’dan Hadramut’a kadar emniyetle gidecektir. Ancak siz acele ediyorsunuz.”  (Buhârî, Menâkıb 25, Ebû Dâvûd Cihâd, 97)

Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede:

Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenlerin sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluklara uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bakara, 214) buyurarak mü’minlerin muhakkak imtihandan geçirileceği ve sabredenlere Allah’ın yardımının geleceğini beyan buyurmuştur.

***

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir seferden döndüğünde kızı Fâtıma’nın yanına uğramıştı. Hz. Fâtıma (r.a) muhterem babasının yüzünü gözünü öptükten sonra ağlamaya başladı. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Neyin var, niye ağlıyorsun? ”diye sordu. Hz. Fâtıma:

“- Ey Allah’ın Rasûlü, benziniz sararmış, elbiselerinizi eskimiş, sizi de yorgun ve bitkin bir vaziyette görüyorum!” dedi.

Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem- sevgili kızına şöyle buyurdu:

“-Fâtıma, Allah (c.c) babanı öyle bir dinle gönderdi ki, Allah bu dini yeryüzünde bütün evlere ve çadırlara ulaştıracak, kabul edenlere izzet bahşedecek, onunla mücadele edenleri ise zillete düşürecektir! Öyle ki bu din, gecenin kapladığı bütün bölgelere ulaşıp yayılacaktır.” (Hâkim, I, 664/1797; Heysemî, VIII, 263)

***

Hendek kazılırken ashâb-ı kirâm, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve selleme-, çok büyük ve sert bir kayaya rastlayıp onu kıramadıklarını bildirdiler. Âlemlerin Efendisi, sivri balyozu ellerine alarak besmeleyle o kayaya üç defa vurdu. Onu ince kum gibi dağıttı. Ayrıca her vuruşta mü'minlere büyük müjdeler verdi. Birinci vuruşta Şam’ın (Bizans), ikincisinde İran'ın, üçüncü vuruşta da Yemen'in anahtarlarının kendisine verildiğini, bu memleketlerin saraylarını bulunduğu yerden gördüğünü ifâde etti. Buraların i’lâ-yı kelimetullâh ile şerefleneceğini müjdeleyerek, gelecek zaferlerin heyecânıyla, mü’min gönüllere ümit aşıladı. Hakkın, yakın bir gelecekte bâtılı mutlaka imhâ edeceğini müjdeleyip, olmaz sanılan pek çok işin olur hâlinde teselsül edeceği cihanşümul bir hidâyet haritası çizdi.

Varlık Nûru Efendimiz, Kisrâ’nın Medâin’deki beyaz köşkünü târif edince, Selmân-ı Fârisî radıyallâhu anh:

“-Doğru buyurdun! Seni hak dîn ve kitâb ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, o aynen târif ettiğin gibidir! Senin Rasûlullâh olduğuna (bir daha) şehâdet ederim!” dedi.

Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem:

“-Ey Selmân! Bu fetihleri Allah benden sonra size nasib edecektir! Şam muhakkak fetholunacaktır! Herakliyus ülkesinin en uzak yerine kadar kaçacaktır! Siz bütün Şam’a hâkim olacaksınız! Hiç kimse size karşı koyamayacaktır. Yemen muhakkak fetholunacaktır! Ondan sonra Kisrâ öldürülecektir!” buyurdu.

Nitekim Selmân radıyallâhu anh:

“-Ben bütün bunların vukû bulduğunu gördüm!” demiştir. (Vâkıdî, el-Meğâzi, II, 450)

Allah Rasûlü’nün mübarek ve mesut zamanında O’nu, ashabını ve sonraki zamanlarda ise o kutlu izde yürüyen mü’minleri görünür ve görünmez orduları ile teyit eden yüce Rabbimiz umulur ki bu zamanda Sevgili Rasûlünün ümmetinden yüce dergahına el açıp yardım bekleyen mazlum ellere, masum yavrulara nusret-i ilahiyesini lütfedecektir.

 

 

 

PAYLAŞ:                

Abdullah Sert

Abdullah Sert Bey 1948 yılında Kütahya-Tavşanlı’da doğdu. İlk ve orta tahsilini Tavşanlı’da, lise tahsilini de Balıkesir İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı. 1966 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle