Birbirlerini Uyarmayan Bir Toplulukta Hayır Yoktur

Bugün ekranlardan vicdanlara sızan necaseti engellemek ve karşılığında iyiliği öncelemek belli bir grubun ya da görevlilerin vazifesi olarak görülemez. İkaz ve nasihat, nasıl kötülük 1’ler ve 0’larla her tarafa yayılıyor ve her göze, kulağa ve zihne mikrobunu bırakıyorsa aynı şekilde her yerde olmalı ve her yere yayılmalıdır. Dijital ve sanal bu imkânı sağlamıştır. Darbe aldığımız yer aynı zamanda hamle yaptığımız yer olabilir.

İkaz, uyanıklık anlamına gelen yakaza kelimesi ile akraba bir kelimedir; uyandırma, uyarma, dikkatini çekme ve gözünü açma anlamlarına gelir. Herkesin uyuduğu bir yerde ikaz faaliyetinin olmayacağı açıktır. Ama birileri uyanıksa onların uyuyanları uyandırma gibi bir vazifeleri vardır. Birilerinin uyanık olduğu ama uyuyanları uyarma vazifesini üstlenmediği yerde uyanıkların hakikatte uyanık olup olmadığı tartışmaya açılır, çünkü uyanıklık uyumanın matah bir şey olmadığını fark etmektir. Uyuduğu halde uyanmak istemeyenler de olabilir, bunlar zaten ikaza ihtiyaç duymazlar. Bir de uyandığı halde uyuyor numarası yapanlar vardır ki onları zaten kimse intibaha getiremez.

Uyanmak, dünyanın geçici olduğunu anlamak ve ebedi hayata hazırlanmak; uyumak, bu hakikatten gafil yaşamaktır. İkaz, dünyanın çocuklarını ahiretin çocukları yapma gayreti ile girişilen bir tür tebliğ faaliyetidir. Din bu ikaz faaliyetine nasihat ismini takmıştır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem: “Din nasihattir” buyurmuşlar, “Kimin için nasihattir?” sorusuna da “Allah, Kitabı, Rasûlü, mü’minlerin yöneticileri ve tüm müslümanlar için nasihattır” diye mukabelede bulunmuşlardı. (Müslim, İman 95)

Nasihat kelimesinin ilk mânâsı samimiyettir. Dolayısıyla din; Allah’a, Kitabına, Rasûlüne, mü’minlerin yöneticilerine ve tüm müslümanlara karşı samimi olmak, ikiyüzlü davranmamaktır. Hadise ilişkin izahlarda nasihat kelimesinin öğüt ve ikaz mânâsının da câri olduğu ifade edilir, çünkü samimiyeti olmayan nasihat faydasızdır. Din samimiyettir, samimiyet ise sadece anlatılan değil yaşanan ve hâl olarak tecrübe edilen nasihattir. Allah için nasihat, kulluğu öncelemek, Kitabı için nasihat ehl-i Kur’an olmak, Rasûlü için nasihat, sünneti hayat tarzı haline getirmek, müminlerin yöneticileri için nasihat, hakkı her fırsatta ifade etmek ve Müslümanlar için nasihat iyiliği yayıp kötülükten nehyetmektir.

Tebliğde esas tebyin yani açıklamak ve işittirmektir. Allah mesul tutacağı herkese akıl ve aklını kullanacağı kadar ömür vermiştir. Davetçiye düşen hilm, merhamet ve samimiyetle iyiliği emretmek, kötülükten nehyetmek, akabinde tesiri Allah’a bırakmaktır. İnsanlara akılları kadar konuşmak, bulundukları mecraları kullanmak sahih ve doğru ikazın gerek şartlarındandır. Ama yeter şart hidayettir ki o da Rabbimizin ihsanıdır.

İkaz ya da nasihat, Allah’ın müminlere hüsrandan kurtuluş için gösterdiği bir kurtuluş yoludur. Bu yolu tutanların uyuyanları uyandırmak gibi bir vazifeyi ihtiyar ettikleri, bunun da faziletlerine işaret ettiği düşünülebilir. İkaz ve nasihat evvelemirde o işin sahiplerine lâzımdır. Uyanmışlar, uyuyanları uyandırmak kastını tutsalar bile öncelikle kendi uyanıklıklarını sürekli kılmakla mükelleftirler. Asr Suresi bize bunu söyler: “Asr´a yemin olsun ki, insan mutlaka ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.”

İman ve salih amel işleyerek uyanık olduklarını gösterenler birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederek, yani birbirlerini ikaz ederek uyanıklıklarını sürdürülebilir kılmak zorundadırlar. Birbirini uyarmak, Asr Suresi’nin işaret ettiği üzere uyanmışların uyanıklık hallerini sürdürebilir kılmalarının, dolayısıyla ziyandan kuruluşun yegâne yoludur. İkaz, hakkı işaret etmenin yanında sabrı da muhtevidir. Sabır, bir daha uyumamaya gayret etmektir. Uyuyanın uyanması nispeten kolaydır; zor olan bir daha gaflete düşmeyecek şekilde uyanık kalmaya çalışmaktır.

İkaz ve nasihat süreklilik gerektiren bir vazifedir. Muhatabının aklını ve durumunu dikkate alarak iyi, güzel ve doğruyu işaret eden, bunu sadece söz ile değil hali ile de göstermelidir. Uyandığını iddia edenin üzerinde uyanıklığın emareleri görülmelidir. Uyandığı halde gözü uykuda olanın ya da uyuyana özenenin sözünü kimse dinlemeyecektir. O yüzden gafletten uyananın yapacağı ilk iş uyanıklar arasına dâhil olmaktır, zira hâller bulaşıcıdır. Sözün ve özün tesiri, kendi cinsinden olanların maiyeti ile ortaya çıkar. Uyuyanların yanında gayesiz ve sebepsiz duran bir müddet sonra onlar gibi uykuya mağlup olur. Mis kokanlarla beraber olan mis, is soluyanlarla beraber olan is solur.

İkaz ve nasihatin faydası; iyilik, doğruluk ve güzelliği hayat tarzı haline getirmişlerin murakabesi ile ortaya çıkar. Uyanıklığın sürekliliğini temin için, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye eden bir topluluğun mensubu olmak gerekir. O topluluğun fârik vasfı birbirlerini ikaz ile oluşturdukları hayır iklimindedir. İyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek diye tarif edebileceğimiz bu iklimi İmam Gazali Hz. “dinin kutb-i a‘zamı” olarak isimlendirir. Allah peygamberlerini bu gaye için göndermiştir. Bu iklim ortadan kalkarsa kötülük, fesat ve anarşi yayılır, ülkeler harap olur.

İkaz iklimi, sadece iyi ve doğru kalmanın değil, kimseyi geride bırakmayacak toplu bir azaptan kurtuluşun da çaresidir. Ehl-i Kitap’tan bazıları isyan etmek ve Allah’ın sınırlarını çiğnemekle kalmamış, birbirlerini ikaz etme vazifesini önemsememeye başlamışlardı. Onları ilâhî lânete müstahak kılan ikaz iklimini kaybetmiş olmalarıydı. Birileri ise buna rağmen ikaz ve nasihate devam etmişlerdi ki ayet onların durumun şöyle anlatır: “İçlerinden bir topluluk, ‘Allah’ın helâk edeceği yahut şiddetli bir azapla cezalandıracağı kimselere ne diye öğüt veriyorsunuz sanki!’ deyince onlar, “Rabbiniz katında bir mazeretimiz olsun diye; bir de sakınıp çekinirler ümidiyle” şeklinde cevap verdiler.” (A’raf, 164)

Bugün hepimiz doğru, yerinde ve makul ikazı işiten ve gereğini yerine getirenlerden olmak mecburiyetindeyiz. Dünyanın kıyamete doludizgin gittiği bir hengâmda tek mazeretimiz her ne hal olursa olsun ikazı bırakmamak, ikaz iklimini muhafaza etmek olabilir. İkaz iklimi, uyanıklığın ve birbirini uyarmanın ve müslümanlıktan mü’minliğe, mü’minlikten müttaki ve muhsinliğe doğru sürekli hayır yarışının olduğu bir iklimdir. Hayırda yarışmak hayrı korumak içindir. Hayrın rağbet edilen bir ufuk olması, hayrı önceleyenlerin ve hayırda yarışanların varlığı sayesindedir.

Bugün insanlık ekranlara kilitlenmiş durumda. Birilerinin sefaleti ve sefahatini izlemek yetmiyor artık; ekranlar, nefislere “en güzel sensin” mesajını veren yalancı aynalara dönüştü.  Birbirlerine teşhiri, hayâsızlığı ve edepsizliği telkin edenlerin oluşturduğu iklim, hayırda yarışanların iklimine galebe çalıyor. Bunun sonu toplumun fesada uğramasıdır. İyiler altı delinen bir geminin üst katında kurtuluşu bekleyemezler. Mesuliyet, ikaz iklimini muhafaza ederek fesadı önlemektir.

Herkesin herkese hitap edebildiği ve yine herkesin herkesi işitebildiği çağdaş agorada ikaz iklimini nasıl yaşatacak ve salgın hastalık gibi yayılan fesada nasıl mani olacağız? Bu soru mühimdir, çünkü şu nebevi ikaz hepimizin boynunun borcudur: “Kim bir kötülük görürse eliyle, buna gücü yetmezse diliyle onu önlesin; buna da gücü yetmezse kalbiyle kötülüğe öfke duysun; bu ise imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İmân, 78) Kötülük her yerdedir, o halde ikaz da her yerde olmalıdır, çünkü iyi olarak kalabilmek, iyiliğin aktif mensubu ve davetçisi olmakla mümkündür.

Bugün ekranlardan vicdanlara sızan necaseti engellemek ve karşılığında iyiliği öncelemek belli bir grubun ya da görevlilerin vazifesi olarak görülemez. İkaz ve nasihat, nasıl kötülük 1’ler ve 0’larla her tarafa yayılıyor ve her göze, kulağa ve zihne mikrobunu bırakıyorsa aynı şekilde her yerde olmalı ve her yere yayılmalıdır. Dijital ve sanal bu imkânı sağlamıştır. Darbe aldığımız yer aynı zamanda hamle yaptığımız yer olabilir. Parmağını iyiliğin kahramanı haline getirebilenler kötülüğü eliyle, diliyle ve kalbiyle engellemeyi başarabilirler, çünkü usül ne kadar yeni olsa da maksat kadimdir: Tercihlerimizden sorulacağız.

Dokunmatik ekranlarda üç hareketle -tıklama, kaydırma ve büyütme- sörf yapan parmaklar sadece tarafını seçmiyor, aynı zamanda akıbetini de tayin ediyor. Tıklanan her link, girilen her sayfa ve vakit harcanan her görüntü bizden izler çalıyor. O izler parmaklarımızın biricikliği gibi ötede okuyacağımız kitabımızın satırlarına dönüşüyor. Zamansız ve mekânsız mecralarda işaret parmakları ile yuvarlanıp gidenlerin önüne işaret parmakları ile çıkmak gerekiyor. İkaz ikliminin sürdürülebilmesi ve kötülerin galebe çalmaması sanal âlemde boy göstermeye bağlı. Sözü olan, derdi olan, ikaza kabiliyeti olan dijital ve sanalda çoğalmak zorunda. Sadece dıştaki değil içimizdeki kötülüğün de engellenmesini gerektiren bir vazife olarak emr-i bi’l-ma‘rûf ve nehyi ani’l-münkeri sanal ve dijitale burasının dili ve üslubunu dikkate alarak taşıyamazsak hepimizi kuşatacak bir felaketin sökün edip gelmesi kaçınılmazdır.

Birbirini uyarmayan bir toplulukta hayır yoktur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Aralarında günahlar işlenip durduğu hâlde bu günahları işleyenlerden daha güçlü ve onları engellemeye muktedir iken bunu yapmayan topluluğun hepsine birden Yüce Allah azap verir” (İbn Hanbel, IV, 366) buyurmuşlardır. Azaptan uzak kalmak istiyorsak bugün kötülüğün ana merkezlerine dönüşmüş sanal mecralarda alternatif teneffüs alanları oluşturmak zorundayız. Sanal dünyada ikaz iklimi yaygınlaşmazsa ifsad iklimi geleceğimizi elimizden alacak. Zaman, üç hareketle elimizden çalınabilecek evladımız ve dijital deryada kör kütükler gibi salınan insanımız için parmağımızı doğru kullanma zamanıdır, çünkü ikaz ve nasihat de tıpkı kaderimiz gibi artık işaret parmağımızın ucundadır.

PAYLAŞ:                

Mehmet Lütfi Arslan

1972 yılında Vezirköprü’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Merzifon’da tamamladı. 1995 yılında Marmara Üniversitesi İngilizce İşletme bölümünden mezun oldu. Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü’

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle