Fakir Aramanın Edepleri

Herhangi bir fakire zekât verilse, farz yerine getirilmiş olur. Fakat âhiret ticareti yapan kimse, biraz daha uzun yola gitmek zahmetine katlanır. Sadaka tam yerini bulunca, sevabı da çok olur. O halde, şu dört sıfattan birini aramalıdır:

Zâhid ve Müttakî Olmalıdır.

Rasûl-i Ekrem sallallahû aleyhi ve sellem efendimiz buyurdular:

Takva sahiplerine yemek veriniz!” Bundan maksat, takva sahipleri aldıkları ile Allah Teâlâ’ya ibadet etmeyi düşünürler. İbadetine yardım ettiği o kimseyi böylece ortak etmiş olur. Büyüklerden birisi sadakasını fakire verir ve derdi ki: Bunlar öyle insanlardır ki, Allah'tan başka hiçbir arzuları yoktur. Onların bir ihtiyacı olursa, düşünceleri dağılır. Bir kalbi Allah Teâlâ tarafına döndürmeyi, arzusu dünya olan yüz kalbi sevindirmekten daha çok severim.’’

Bu sözü Cüneyd Bağdâdî’ye anlattılar. Buyurdu ki:

Bu sözün sahibi, evliyaullahtandır.” Bu zât bakkal idi, iflâs etti. Çünkü fakirlere sattığı şeyden para almaz idi. Cüneyd Hazretleri ona yeniden ticaret yapması için bir miktar para gönderdi ve:  Senin gibi adama ticaret zarar vermez’’ buyurdu.

 

İlim Talebesi Olmalıdır.

Çünkü ona sadaka vermekle, ilim sahibi olmasına yardımcı olunmuş olunur. Böylece onun ilminin sevabına ortak olunmuş olunur.

 

Fakirliğini Gizli Tutan Olmalıdır.

Fakirliğini gizli tutup, gizlice Allah'dan isteyici olanları aramalıdır.

Allah Teâlâ buyurur: Hallerini bilmeyen, iffet ve istiğnalarından dolayı onları zengin (kimse) ler sanır.” (Bakara, 273)

Bu insanlar, kendilerini varlıklı gösterirler, dikkatli olup, bunlara vermek, dilencilik yapan bir fakire vermek gibi değildir.

Hasta ve Çaresizler Aranmalıdır

Hasta veya ailesi kalabalık olanları tercih etmelidir. Çünkü verilenlerin ihtiyaç ve üzüntüleri ne kadar çok olursa, karşılığı ve sevabı da o kadar çok olur.

**

Davud-u Tâî Hazretlerinin bir komşusu vardı. Yaşlı bir kadındı. Kendisinin de sütkardeşi olurdu. Bir gün, yağlı tirit yaptı. İftar vakti, cariyesi ile Davûd-u Tâî’ye gönderdi. Bundan sonrasını cariyeden dinleyelim:

– Tiridi kapla ona götürdüm. Önüne koydum. Tam yiyeceği sırada kapıya bir dilenci gelip oturdu. Hemen kalktı, o tiridi kabı ile götürdü, dilencinin önüne koydu. Dilenci onu yemeye başladı. Kendisi de dilenci onu yiyip bitirinceye kadar yanında oturdu. Bundan sonra tirit kabını alıp içeri girdi, yıkadı, daha sonra yanında bulunan hurmayı alıp tirit kabına koydu, hurmayı tirit kabına koyarken sandım ki tiridi yiyemedi, hurmaları yiyecek. İftarını onunla açacak zannettim, öyle yapmadı.

Tirit kabını bana verdi, şöyle dedi:

– Hanımına selâm söyle.

Ve bizim kendisinin yemesi için kendisine götürdüğümüzü dilenciye verdi, kendisinin iftar edeceği hurmayı da bize verdi. Sanıyorum ki o gece aç yattı. Cidden çok zayıflamıştı. (El Hadâikul-Verdiyye)

Sâdık Dânâ-Altınoluk Sohbetleri-5, s.171- Erkam Yayınları

PAYLAŞ:                

Sâdık Dânâ

Konya Kadınhanı’nda doğdu. Babası hayır sever bir tüccar olan Ahmed Hamdi Bey, annesi Âdile Hanım’dır. Dedesinin babası Topbaşzâde Ahmed Kudsi Efendi (ö. 1889), Hâlid el-Bağdâdî’nin halifelerinden Boz

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle