Gerçek Kerâmet, Kur’an Ahkâmına Uymaktır

Allah Teâlâ hazretleri insanı en güzel şekilde yaratmış, onun için insana âlem-i asgâr denilmiştir. İnsan cismânî ve rûhânî olarak bütün mevcudatın hülâsâsıdır ve bu kâinat manzumesinin içinde sedefin ihtiva ettiği nefis bir inci mesâbesindedir. Cenâb-ı Hak hazretleri bütün mükevvenâtı, cemâdat, nebâtat ve mahlûkatı insana hâdim kılmıştır. İnsan kendi kıymetini ve mesuliyetini idrak ettikten sonra himmet ve gayretini yükselterek, lâyık olduğu yüce mertebelere yönelmelidir. O da kesiksiz dâimî olarak tevâzu üzere tam kulluktur. Lakin pek az kimse, yalnız Hâlik Teâlâ hazretlerinin irfan verdiği basîret ehli olanlar bu inceliği kavrarlar, kendi mükerremliğini idrak ederek hayatları müddetince eksiksiz olarak kulluk etmeye sa’y ü gayret ederler.

Sâlik bir taraftan büyük bir îtinâ ile evradlarını yapmalı. Bir taraftan da lâzım, hatta elzem olan kendi nefsindeki ayıpları aramalıdır. Bu, Hak Teâlâ’nın kulu üzerindeki haklarındandır. Hakiki kerâmet ancak istikâmetin husûl bulmuş ve kemâle ermiş olmasıyladır. Bunun da mercii ikidir:

Birincisi; Hak Teâlâ ve Tekaddes hazretlerine imânın sıhhati.

İkincisi; Hâtem’ün-Nebîyyin’e zâhirde ve bâtında iktidâ ve tebaiyettir. Kula vâcip olan ancak bunlara vâsıl olmak için çalışmaktır. Âdetlerin hârikası manasına gelen kerâmet ise tahkik ehli nazarında ibrete şayan değildir. Çünkü istikâmette tekemmül etmeyenlerde de görülür.

Ahmed er-Rufaî -kuddise sirruh- hazretleri de:

– Bir kimseyi görürsen ki, havada uçuyor, ona itibar etme. Tâ onun sözünü ve işini şeriat terazisinde tartıncaya kadar, buyurmuşlardır.

Allah Teâlâ, bazı kullarına da keşf keramet ihsan eder. Kul, tam Cenâb-ı Hakk’a vasıl olmamış ise, bu onu kibire sevk eder ve övünmek, şöhret yapmak için herkese gizli tutulması icab eden bu hali ifşa ederler, bu onların yolda kalmasına sebeb olur, onunla meşgul olup, onunla oyalanırlar ve Cenâb-ı Hak’la aralarına büyük bir perde çekilmiş olur. Hâlbuki Cenâb-ı Hak yüksek velîlerin bir kısmına, kendileri tâlib olmadıkları halde muhtelif kerâmetler ihsan eder. Fakat onlar bu lütuf karşısında Cenâb-ı Hakk’a karşı kulluklarını, niyazlarını, istiğfarlarını artırırlar, azamet-i ilâhiye karşısında küçülürler, tevazuları artar, katiyyen hiç kimseye hissettirmemeye çalışırlar, ancak bunların hallerini erbabı sezer. İşte bu keramet makbul ve mergubdur.

Üftade -kuddise sirruh- buyurur:

Gerçek bu söz yârenler,

Gördüm demez görenler,

Keramete erenler,

Gizli sırrın açar mı?

Bazı velîlerin yüksek dereceleri olmalarına rağmen keşifleri açılmamış olabiliyor. Bunlardan birisi de kutbu’l-aktab Ebû Hafs Haddad –kuddise sirruh-’dur. Zamanın kutbu olmasına rağmen, kutupluğundan haberdar değildi. Sultanü’l-Arifin Bâyezid Bistamî –kuddise sirruh- Ebû Hafs -kuddise sirruh- hakkında:

– Demircinin dükkânında hayli oturup sohbet ettim. Namazda okumak için mikdar-ı kifâyeden fazla bilmediği Kur’an sûresini öğrettim. Fakat ben, evet ben o sohbette kırk senedir tahsil ve idrak edemediğim dereceye yükseldim. Bâtınım feyz-i rabbanî ile doldu. O vakit büsbütün anladım ki sırr-ı kutbiyyet başka bir mânâdır, fazilet ve ilim ile değil, kesret-i amel ile de değil ancak mevhibe-i ilâhî ve teveccühü Huda’dır, buyurmuşdur. Başka bir gurub insanlar vardır ki, sırf dünyalık toplamak, şöhret yapmak için manen selâhiyet sahibi olduklarını söylerler. Keşf ve kerametle hiç alâkaları olmadıkları halde, kendilerini öyle tanıtıp, bir kısım halkı başlarına toplarlar. Allah Teâlâ hazretleri bu gibilerin şerrinden halkımızı muhafaza buyursun! Âmin.

Sâdık Dânâ- Hizmet İnsanı, s.46- Erkam Yayınları

PAYLAŞ:                

Sâdık Dânâ

Konya Kadınhanı’nda doğdu. Babası hayır sever bir tüccar olan Ahmed Hamdi Bey, annesi Âdile Hanım’dır. Dedesinin babası Topbaşzâde Ahmed Kudsi Efendi (ö. 1889), Hâlid el-Bağdâdî’nin halifelerinden Boz

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle