O’nun Ahlâkı Pek Güzeldir

Cebrâil’i ilk gördüğünde kendisine bir zarar geleceğinden endişelenen Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i tesellî ederken Hazret-i Hatice annemizin tarihi şâhidliği hem Hazret-i Peygamber’in ahlâkî özelliklerini beyan etmekte, hem de bütün zamanların mü’minlerine ahlâkî hayatları için bir yol haritası çizmektedir.

Rabbimiz Teâlâ Hazretlerinin mü’min kulları için en büyük lütfu şüphesiz nezih yaşayışı, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına karşı merhametin zirvesinde sergilenen örnek davranışlarıyla yüce bir peygamber göndermesidir. Salat ve selâm sonsuza dek O’na, O’nun âl ve ashabına olsun.

Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz 40 yaşına kadar câhiliyye toplumu içinde yaşamıştı. Fakat yaşadığı toplumun hiçbir kötü hâlinin tesiri altında kalmamış, nezih tertemiz hayatın içinde en güzel ahlâkî meziyetlerle tanınmıştı. Yüce Rabbimiz, ileride bütün âlemlere rahmet olarak göndereceği Habib-i Edibini yaşadığı zamanın yanlış inançlarından korumuştu.

Resûlullah Efendimiz’e bir gün:

-Yâ Resûlallah! Allah’dan başkasına hiç ibâdet ettiniz mi? diye soruldu.

“-Hayır” cevabını verdi.

-Hiç içki içtiniz mi? diye soruldu.

“-Hayır! Ben kitap ve îmanın ne olduğunu bilmezken bile onların yaptıkları şeylerin küfür olduğunu bilirdim” buyurdu. (Diyarbekrî I, 254-255)

Peygamberliğinden evvel Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile Busra çarşısında mal sattığı bir yahûdî arasında anlaşmazlık çıkmıştı. Yahûdî Peygamber Efendimiz’den câhiliyye devrinin meşhur putları Lât ve Uzza adına yemin etmesini istedi. Allah Resûlü ise:

“-Ben şimdiye kadar onlar adına hiç yemin etmedim. Onların yanından geçerken de yüzümü çevirerek geçerim” buyurdu. (İbn-i Sa‘d)

Allah Teâlâ’nın her türlü şirkden koruduğu Yüce Resûl içinde yaşadığı toplumda hiç de önemsenmeyen hayâ ve edeb dışı davranışlardan da kendisini özellikle koruyordu. O günkü toplumda giyim-kuşama dikkat edilmez, edeb ve hayâ dışı kıyafetler normal karşılanırdı. Buna rağmen sevgililer sevgilisi Efendimiz hiçbir zaman hayâ sınırlarını zorlayan bir kıyafetle de görülmemişti. Nitekim, Ka‘be yeniden inşâ edilirken amcası Abbas ile birlikte taş taşıyordu. Abbas -radıyallahu anh- taşların çıplak omuzunu incitmemesi için Efendimiz’e:

-Elbiseni omuzuna koy dedi.

Varlık nuru -sallallâhu aleyhi ve sellem- elbisesini omuzuna koymak istediği sırada yere yığıldı ve gözlerini semaya dikerek amcasına:

“-Bana elbisemi ver dedi ve hemen onu alıp üzerine örttü.” (Buharî, Hac, 42)

Mekke câhiliye toplumu içinde gerek inançları ile bâtıla asla meyletmeyerek, gerekse ahlâkî özellikleri ile hep tertemiz bir hayat yaşayan Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ebedî bir saâdet ve rahmet olarak risâletle görevlendirilmesi ile de insanlığın önünde ferdî hayatında bir zühd örneği, toplum hayatında ise bütün varlığını ümmetine adayan eshal enbiya/nebilerin en cömerdi vasfı ile yaşadı.

Dünya hazînelerinin anahtarları kendisine sunulan Yüce Resûl, buna değil (salih amelleri ile) Rabbine kavuşmayı tercih buyurdular. Zira Rabb Teâlâ sevgili habibine neyi emir buyurursa O’nun bütün tercihleri ve arzusu o yönde oluyordu.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“-(Resûlüm) Sen onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbini hamd ve övgü ile tesbih et. Gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında (iki ucunda) da tesbih et ki, rızasına eresin.

Sakın; kendilerini imtihan etmek için onlardan bir kısmını faydalandırdığımız dünyâ hayatının süsüne gözlerini dikme! Rabbinin nimeti hem daha hayırlı, hem daha bakî/kalıcıdır.” (Tâhâ, 130-131)

“İnkarcıların (refah içinde) diyar diyar dolaşması sakın seni aldatmasın. Bu kısa bir zevkden ibarettir. Sonra varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir varış yeridir o.” (Al-i İmran, 196-197)

Zât-ı risâletleri, ilâhî beyanlara gönülden bir teslimiyetle hep âhiret merkezli yaşarken ashâbına da dünyâ ve âhiret dengesinde izleyecekleri yol hususunda da uyarıyordu.

Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- buyururlar:

“-Dünyâ alış-verişini dinlerine tercih etmedikleri müddetçe “Lâ ilâhe illallâh” zikri kulları Allah’ın gazabından korur. Dünya alış-verişini dinlerine tercih edip “Lâ ilâhe illallâh” derlerse Allah Teâlâ “yalan söylediniz buyurur.” (Beyhâkî)

Allah Resûlü’nün bu hassasiyet ve tercihlerinin, O’nun ashabında da aynı akislerini gösteren sayısız misaller bulunmaktadır.

Ancak bir başka gerçek daha var ki, gerek Sevgili Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- gerekse O’nun seçkin sahabîleri yaşadığı toplumun hiçbir problemine bigâne kalmamışlardır. Sonraki asırlarda “zâhir bâ halk bâtın bâ hak/Bizim dışımız daima halkın içinde halkla beraber, içimiz ise hep Hak ile beraberdir” sözü ile ifâde edilen tasavvufî anlayışın kaynağı da Nebevî ve sahâbî anlayışının bir yansımasıdır.

Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- risâletle görevlendirilmeden önce de kendini yaşadığı toplumun her hizmetine adamış bir genç olarak biliniyordu. Cebrâil’i ilk gördüğünde kendisine bir zarar geleceğinden endişelenen Allah Resûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i tesellî ederken Hazret-i Hatice annemizin tarihi şâhidliği hem Hazret-i Peygamber’in ahlâkî özelliklerini beyan etmekte, hem de bütün zamanların mü’minlerine ahlâkî hayatları için bir yol haritası çizmektedir.

“-Ya Muhammed! -sallallâhu aleyhi ve sellem- aslâ korkma! Vallahi Allah Teâlâ seni hiçbir zaman utandırmaz. Zira sen:

  • Sıla-i rahimde bulunursun,
  • Doğruyu söylersin,
  • İşini görmekten âciz olanların yükünü taşırsın,
  • Fakire ihsanda bulunur hiç kimsenin veremeyeceği kadar verirsin,
  • Misafire ikram edersin,
  • Hak yolunda zuhûr eden hâdiseler karşısında (insanlara) yardım edersin,
  • Emânete riâyet edersin,
  • Senin ahlâkın pek güzeldir.” (Müslim, Îman)

Günümüz mü‘mini için en önemli gündem öncelikle kalbi bütün yanlış akîde ve düşüncelerden tasfiye ve nefsi güzel sıfatlarla tezkiye, sonra da kendisini Hakk’a yaklaştıracak içtimâî hizmetlerle Resûlü’nün izinde bir hayat yaşamaya gayret etmektir.

Nûr-ı a‘zamdan uman fevz ü necât

Ruh-i pâk-i Ahmed’e versin salât

PAYLAŞ:                

Abdullah Sert

Abdullah Sert Bey 1948 yılında Kütahya-Tavşanlı’da doğdu. İlk ve orta tahsilini Tavşanlı’da, lise tahsilini de Balıkesir İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı. 1966 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle