Hasbî ve Fahrî Hizmetlere Omuz Vermeli

Öncelikle rüku’ ve secdelerle Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda bulunmak, sonra da en fazîletli ve rızay-ı ilahîyi celbedecek hasbî ve gönüllü hizmetleri (fahrî) arayıp bulup bunları îfa ederek Hakk’ın rızasına nâil olabilmek, sahâbe-i kiram efendilerimizin en önemli hedefleri idi. Bunun için de mallarını Allah yolunda büyük bir gönül rızâsı ile infâk edebildikleri gibi, büyük küçük ayırımı yapmadan Hakk’ın râzı olacağı her hayırlı amele de canlarını fedâ edebiliyorlardı.

Şânı Yüce Rabbimiz, ebedî rahmetini, takvâ ehli, zekâtını veren ve âyetlerine tam inananlara tahsis eder, bunun yolunun da Tevrat’ta, İncil’de vasıfları yazılı, ümmî bir Peygamber’e (Nebiyy-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e) uymak olduğunu beyân buyurur.

O Peygamber, özellikle mü’minlere iyiliği emreder, onları kötülüklerden alıkoyar, onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar: “Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır…” (A’raf, 157) “O’na îman edenler, O’na saygı gösterenler, O’na yardım edenler ve O’na indirilen Nûr’a (Kur’ân’a) uyanlar var ya! İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (A’raf, 157)

Nebîler serveri sevgili Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bütün ömrünü sâdece Rabbine ve ümmetine vakfetmiştir. Her dâim Rabbinin rızasını istemiş, Rabbi de O râzı oluncaya kadar nimetlerini ikram edeceğini (Duha, 5) bildirmiş, ümmetinin her türlü sıkıntısını kendi derdi olarak görmüş, ümmetini de birbirlerinin dert ve sıkıntılarına ortak olmaya teşvik etmiştir.

Cenâb-ı Hakk’ın; “Sen en yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem, 4) ilâhi şahitliğine mazhar bir Nebî olarak O büyük bir tevâzu ile Allah için yapılabilecek her işe koşmuş, hiçbir gayretten geri kalmamıştır. Bir devlet başkanı olduğu hâlde Mescid-i Nebevî’nin inşâsında ashâbı ile kerpiç taşıması ne büyük bir tevazu örneğidir. Bu esnada toprak taşıyan bir adam, Âlemlerin Efendisi’ne rastlayınca O’na:

-Ey Allah’ın Rasûlü, müsaade buyurunuz, kerpicinizi ben taşıyayım demişse de Efendimiz -aleyhisselam- cevaben:

“-Sen git başka bir tane al. Zîra sen Allah’a benden daha çok muhtaç değilsin.” buyurmuştur. (Vefâu’l-vefâ, Semhûdî)

Rasûl-i Zîşan -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz çoğunluğunu Kur’ân talebelerinin oluşturduğu Suffe ashabını hem çok sever hem de çok ehemmiyet verirlerdi. Onların bazı hizmetlerini bizzat kendileri görürler, bulundukları yerlerin temiz olmasına dikkat ederlerdi. Bir defasında onların kaldıkları mekânda pek hoşlanmadıkları bir manzara ile karşılaştılar; çöpler yere bırakılmış, kenarda nahoş bir manzara oluşmuştu. Hemen Ebû Zer radıyallahu anh’a seslenerek:

“-Bana bir süpürge getir.” buyurdular ve mübârek elleri ile çöpleri süpürmeye başladılar. Ebû Zer -radıyallahu anh- ve arkadaşları da O’na yardımcı oldular ve hep birlikte yerdeki bez ve odun parçalarını toplayarak mescidi temizlediler. (Abdülaziz el Ka’kî, Meâlimü’l-Medîne)

Efendimiz’in sahâbîlerine emir buyurmayıp temizliğe kendi mübârek elleri ile başlaması O’nun üsve-i hasene/en güzel bir örnek olarak, ümmeti için her hizmete bizzat nasıl öncülük ettiğinin bir tezâhürüdür.

Kur’ân-ı Hakîm, Ümmet-i Muhammedi; “Onunla beraber olan (mü’minleri) daima rüku’ ediciler, secde ediciler olarak görürsün. Onlar Allah’tan daima fazl ve kerem (fazâletli davranışlar) ve hoşnutluk(a vesile olacak ameller) arayıp isterler.” (Fetih, 29) özellikleri ile zikrediyor.

Öncelikle rüku’ ve secdelerle Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda bulunmak, sonra da en fazîletli ve rızay-ı ilahîyi celbedecek hasbî ve gönüllü hizmetleri (fahrî) arayıp bulup bunları îfa ederek Hakk’ın rızasına nâil olabilmek, sahâbe-i kiram efendilerimizin en önemli hedefleri idi. Bunun için de mallarını Allah yolunda büyük bir gönül rızâsı ile infâk edebildikleri gibi, büyük küçük ayırımı yapmadan Hakk’ın râzı olacağı her hayırlı amele de canlarını fedâ edebiliyorlardı.

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh- anlatıyor:

-Bir siyahî adam veya kadın Mescid-i Şerîf’i süpürürdü. Günün birinde vefat etti. Nebiyy-i Ekrem onu göremeyince ne olduğunu sordu. Ashâb-ı Kiram:

“-Vefat etti.” dediler. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“-Bana vefatını haber vermeli değil miydiniz? Haydi kabrini bana gösterin.” buyurdular. Sonra kabrinin başına varıp cenâze namazını kıldırdılar.

Abdullah bin Ebî Evfâ -radıyallahu anh-’ın hanımı vefat ettiğinde insanların söylediği sözler Ashab-ı Kiramın Allah yolundaki tamamen hasbî/gönüllü hizmet ve gayretlere olan şevk ve heyecanlarını ne güzel dile getirmektedir.

“-O hanımın tabutunu taşıyın hem de şevkle taşıyın. Çünkü bir kadın olarak o ve hizmetçileri, temeli takvâ üzere kurulan Peygamberimiz’in mescidi için geceleri taş taşırlardı. Biz erkekler de gündüzleri ikişer ikişer taşırdık.” (Heysemî, II, 10)

Zeyneb binti Cahş vâlidemiz ibâdet ve riyâzata düşkünlüğü ile tanınırdı. Fakir ve kimsesizleri korur, onlara yardım ederdi. Deri tabaklama, deri dikme, boncuk dizme işleri yapar bunlardan kazandığını da infak ederdi. Bu vasfı sebebi ile Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- ona ayrı bir muhabbet beslerdi.

Peygamber Efendimiz, bir gün kendisine sorulması üzerine,

“-Sizin bana en çabuk ve erken kavuşacak olanınız kolu en uzun olanınızdır.” buyurmuştu. Hazret-i Âişe -radıyallahu anha- buyuruyor ki:

“-Biz, Peygamber hasreti ile kollarımızı ölçer, hangimizin Allah Rasûlü’ne daha önce kavuşacağını anlamaya çalışırdık. Hâlbuki Efendimiz’in kasdettiği mânâda, kolu en uzun olan Zeyneb imiş. Çünkü o eliyle iş yapar ve tasadduk ederdi.” (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe)

Hazret-i Ebû Bekir Sıddık Efendimiz -radıyallâhu anh-  halîfe olmadan önce çevresindeki yetim kızların koyunlarını sağıverir, ihtiyaçlarını karşılardı. Halîfe olduktan sonra komşuları, artık onun bu hizmetleri yapamayacağını düşünmeye başladılar. Ancak değişen bir şey olmadı. Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- o kadar meşgûliyetin içinde bile aynı hizmetine devam etti. (Süyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 80; İbrahim Sarıçam, Hz. Ebû Bekir, s. 82)

Hazret-i Ali radıyallâhu anh’ın torunu İmam Zeynelâbidîn Hazretleri de her gece Medîne fukarâsının kapılarına sırtında taşıdığı erzak çuvallarını bırakır, kimseye görünmeden geri dönerdi. Bir sabah o fakirler, kapılarına erzak konulmamış olduğunu gördüler. Sebebini merak ederlerken, Zeynelâbidîn Hazretleri’nin vefât ettiği haberi bütün Medîne’ye yayıldı. Herkes derin bir mâteme büründü.

Zeynelâbidîn Hazretleri’nin cenâzesi yıkanırken, sırtında içi su toplamış büyükçe yaralar olduğu görüldü. Yakınlarına bunun sebebi sorulduğunda, o mübârek zâtın sırrı ortaya çıktı. Zîra sırtındaki o yaralar, fukarâya taşıdığı erzak çuvalları sebebiyle meydana gelmişti. (Bkz. İbn-i Kesîr, el-Bidâye, IX, 112, 122; Ebû Nuaym, Hilye, III, 136)

Tarih boyunca ihlâslı mü’minler, ümmetin muhtaç olduğu her türlü hizmet için ya güçlerini birleştirerek hizmetleri bir müessese/vakıf hâline getirmişler veya ferdî olarak kendi imkânları ile daha özel birtakım hizmetleri üstlenmişlerdir.

Bugün de gerek müesseseleşmiş hizmetlere ferdî olarak katılabilmek, gerekse ihtiyaç görülen her alanda tek tek mal ve canımızı ortaya koyabilmek Hakk’ın rızasını celbedecek en güzel amel-i salihlerden olacaktır.

“Kim bir Müslüman kardeşinin -dünyevî- bir sıkıntısını giderirse, Allah da onun nice sıkıntılarını giderir. Kul bir Müslüman kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allah da o kulun yardımına devam eder.” (İbn-i Hıbban)

PAYLAŞ:                

Abdullah Sert

Abdullah Sert Bey 1948 yılında Kütahya-Tavşanlı’da doğdu. İlk ve orta tahsilini Tavşanlı’da, lise tahsilini de Balıkesir İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı. 1966 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle