Mü’min, Gönlü Geniş İnsandır

Rabbımız zülcelâl velkemâl hazretleri, bazı kullarının sadırlarına, göğüslerine manevî genişlik ihsan eylemiş, onlar bu sayede feraha huzura kavuşmuşlardır. Bazıları da bu âtıfet-i ilâhiyyeye nail olamadıkları için, zamanlarını değerlendirememişler, irfan ehillerinin derecelerine yükselememişlerdir. Dâima kendi nefislerinin tesiri altında oldukları için, hatta ibadetleri çok dahi olsa, gene huzursuzdurlar. Bunlar böyle olunca, kalplerinde dünya sevgisi olan zayıf diyânetli, dar görüşlü olanları teemmül edelim!

Bunlar ister fakir olsun ister yazlıkları, kışlıkları, mevsimlik, yani üçer beşer konakları olsun, gene hayatlarından memnun olamazlar. Havanın sıcaklığına soğukluğuna üzülürler, hatta öfkelenirler, yağmur bile, hatta Cenâb-ı Hakk’ın bir rahmeti bereketi olduğu halde canlarını sıkar. İnsanlarla da geçimsiz olurlar (maddî çıkarları olursa, o müstesna) nereye gitseler, neye el atsalar muhakkak orada bir fitne çıkarırlar. Çünkü sadırları sıkışıktır. Beğendikleri yalnız kendi görüş ve kendi fikirleridir.

Nerede bulunurlarsa orada bir ikilik çıkarırlar. Çünkü gönül âlemleri karanlıktır. Ne kadar gayret edilirse edilsin, katiyyen ülfet edilemez. Akı gösterdiğinizde bile bile kara der, karayı gösterdiğinizde ak diye iddia eder. Çünkü göğüsleri iyice sıkışıktır. Kimseyi sevemezler, böyle olunca da kimse tarafından sevilmezler, çünkü bed ahlâklıdırlar. Katiyyen bu makûle kişilerle istişare yapmamalı, mümkün olduğu kadar bunlardan kaçınmalıdır. En sevdikleri, aziz bildikleri, kendi nefisleridir. Yahut da nefislerinin hoşlandığı şeylerdir. En lüzumsuz şeyleri çok ehemmiyetli görürler.

Görüşleri çok dardır. Buna rağmen kendilerini mütefekkir gözüyle görürler. Hasettirler, kibirli ve cimridirler. Herkesin ayıplarını araştırırlar. Çünkü gönül âleminden nasipleri yoktur. Kabalık, huşunet; nefsinin tesiri altında kalarak kendisini diğer mü’min kardeşlerinin fevkinde gören dar görüşlü, kıt akıllı insanlarda görülen bir acâib ahlâktır.

Bu tıynette olanlar, kimse ile geçinemezler. Hiçbir devamlı iş tutunamazlar, bütün günleri öfke, sıkıntı içinde geçer. İyilikten ziyâde zararları fazla olur. Hem kendilerine hem de cemiyete… Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri, ülfet etme ve ülfet edilme hususunda Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizi ikaz ederek (uyararak) şöyle buyurur:

– “Eğer sen kaba ve katı yürekli olsaydın, çevrendeki (insanlar) dağılır giderdi.” (Âl-i İmran,159)

Böylece Cenâb-ı Hak uzlet ve halvetin “Ülfet etme” yani geçimli olma özelliği ile birlikte yapılmasını istemiştir. Bu hususiyet kimde daha çok ve üstün derecede bulunursa; başlangıçta uzleti ve toplumdan uzak, tek başına yaşamayı daha çok tercih eder. Bundan dolayı Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri, sevgili Habib-i Edibine, hususiyetle vahiy gelmeden önceki ilk günlerde halveti (yalnızlığı) daha çok sevdirdi. Zaman zaman Hirâ mağarasına kapanır, geceler boyu Rabbına ibâdet ederdi. Uzleti tercih etmek “ülfet etme ve ülfet edilme” özelliğini gidermez. “Ülfet etme ve ülfet edilme” faziletine ermek isteyen ve uzletin bu vasfı giderdiğini ileri sürerek terk eden kimseler hatâya düşmüşlerdir. Bu yanlış bir değerlendirmedir. Uzleti tercih etme, “ülfet etme ve ülfet edilme” vasfına en üstün derecede sahib olan peygamberân-ı izâm hazerâtının yoludur.

Umumiyetle insanda, kendi cinsine karşı duyduğu bir temayül, hissettiği bir yakınlık vardır. Konunun uzmanı olan kişi, bir gerçeği kavrayınca, Cenâb-ı Hak, genel temayüllerden nefsini kurtarması, tabiî meyillerden sıyrılarak ulvî hedeflere yükselmesi ve ruhlarla ülfet edebilmesi için, onun gönlüne halvet ve uzlet sevgisini ilham eder. Nefsini bu alâkalarından tam mânâsı ile sıyırabildiği zaman, nefhâ-i ilâhî ile kopup geldiği kendi alemindeki hem cinsleri ile yavaş yavaş ülfet etmeye başlar. Daha sonra Cenâb-ı Hak o ruhları mahlûkat arasına ve onlarla ihtilâta tertemiz olarak iade eder.

Nefsler, ruhların nuru ile aydınlanıp tertemiz hâle gelince, onlarda “Ülfet etme ve ülfet edilme” özelliği en üstün derecede tezahür eder (meydana çıkar), ülfet eden ve ülfet edilen kişilere göre ülfet, en önemli işler arasına girer. Bu durum uzlete çekilen kişinin “Âlif ve me’lûf” olduğuna delâlet eden en açık delillerdendir.

Böylece uzlet ve sohbetin delillerini bilmediği halde mutlak mânâda uzleti kötü gören ve ülfet konusunda yanlışlık yapan kimsenin hatâsı giderilmiş olur. Yeri ve zamanı geldi mi uzlet, yeri ve zamanı geldiğinde de sohbet tercih edilir.  (Sâdık Dânâ, Hizmet İnsanı-5, s.101)

PAYLAŞ:                

Sâdık Dânâ

Konya Kadınhanı’nda doğdu. Babası hayır sever bir tüccar olan Ahmed Hamdi Bey, annesi Âdile Hanım’dır. Dedesinin babası Topbaşzâde Ahmed Kudsi Efendi (ö. 1889), Hâlid el-Bağdâdî’nin halifelerinden Boz

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle