Ümitlerimizde de Endişelerimizde de Hep Hakkın Rızası

Ümitlerimizin Hakk’ın rızasına uygun bir muhtevada olmasına dikkat ederken, korku ve endişelerimiz bizi Yüce Rabbimize olan îman, tevekkül ve teslimiyetimizi zedeleyecek bir duruma düşürmemelidir.

Yaşadığı sürece insan hayatında iki husus hep ön planda bulunmaktadır. Birincisi güvenliği, diğeri de hayatını devam ettirecek imkânların temini… İnsan zaman zaman bu iki nimetin elde edilememesinin veya elinde iken elinden gitmesinin korku ve endişelerini yaşar. Gerçekte bu nimetleri bize veren de Yüce Rabbimizdir.

“O ki beni yaratan, bana doğru yolu gösterendir. O bana yediren ve içirendir. Hastalandığım vakit de bana O şifa verir. Sonra O benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır.” (Şuarâ, 78-81)

Mü’min Rabbi ile bu ayetler çerçevesinde bir ilişki gerçekleştirmek durumundadır. Bütün nimetler O’nun yaratması ve kulları için taksimi ile olduğu gibi, kulun her durumunda tek sığınağı, iltica kapısı da şüphesiz kulunun her hâline vakıf, “Ona şah damarından daha yakın” “Rahman ve Rahim” Rabbidir…

Ümitlerimizin Hakk’ın rızasına uygun bir muhtevada olmasına dikkat ederken, korku ve endişelerimiz bizi Yüce Rabbimize olan îman, tevekkül ve teslimiyetimizi zedeleyecek bir duruma düşürmemelidir. “Böylece, Allah’a ve âhiret gününe inanan kimselere öğüt verilmektedir ki, kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu açar. Onu beklemediği yerden rızıklandırır. Kim de Allah’a tevekkül ederse O kendisine yeter. Şüphesiz Allah emrini yerine getirendir. Allah her şeye de bir ölçü koymuştur.” (Talak, 2-3)

Ümmetine her hususta emsalsiz bir örnek olan sevgili Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimizin’in hayatında, hep Yüce Rabbine nasıl bir tevekkül ve teslimiyet içinde olduğunu görüyoruz.

O İmâmü’l-enbiya -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, müşrikler tarafından kuşatılan Mekke’deki evinden büyük bir it’minan içinde ayrılırken biliyordu ki Rabbi O’nu koruyacak ve Medine’ye ulaştıracaktı. O da bu büyük bir huzur içinde evinden çıktı ve Yâsin suresinin başından “Önlerinden bir set, arkalarından da bir set çektik de onları (müşrikleri) kapattık, artık göremezler.” âyetine kadar okudu. Allah da onların gözlerini perdeledi ve Peygamberimizi göremediler.

Müşriklerin gözleri önünde evinden çıkıp giden Hz. Peygamber’in peşini bırakmak istemiyorlardı. O’nun izini Sevr mağarasına kadar takip ettiler. O Allah’ın kendilerine geçici bir sığınak olarak lütfettiği mağarada, yol refiki Hz. Ebû Bekr Efendimizle diz dize bulunurken yine büyük bir huzur içinde, kendilerini takib edenlerin ayak seslerini duyan aziz arkadaşına “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber.” diyordu. (Tevbe, 40)

O’nunla beraber olan aziz sahabiler de, onun her şartta muhafaza ettiği Cenab-ı Hakk’a sonsuz teslimiyet ve tevekkülü hayranlıkla izlemişler, ondaki bütün güzellikleri gelecek nesillere nakletmişlerdir.

Cabir b. Abdillah şöyle anlatıyor:

Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile bir seferden dönüyorduk. Öğle vakti ağaçlık, çalılık bir vadide mola verdik. Askerler ağaçların altında gölgelenmek üzere çevreye dağılmıştı. Rasûl-i Ekrem de kılıcını bir ağaca asarak dinlenmeye başlamıştı. Birazcık uyumuştuk ki, Resûl-i Ekrem’in bizi çağırdığını duyup yanına koştuk. Bir de baktık yanında bir müşrik oturuyor. Bu adam Peygamber Efendimiz uyurken ağaca asılı kılıcını almış. O sırada Rasûl-i Ekrem uyanmış. Adam kılıcı çekerek sormuş:

  • Benden korkuyor musun? Efendimiz:

- Hayır korkmuyorum, buyurmuş. Adam:

- Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? dediğinde ise:

- Allah diye haykırmıştı.

“Allah” sözünü duyunca adamın elindeki kılıç yere düşüverdi. Bu defa Rasûl-i Ekrem yerdeki kılıcı alarak adama sordu:

  • Peki, şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? Adam şöyle dedi:
  • İyi bir cezalandırıcı ol. Allah’ın elçisi adama:

- Allah’tan başka ilah olmadığını, benim de Allah’ın elçisi olduğumu kabul eder misin? diye sorunca adam şöyle cevap verdi:

- Kabul etmem, ancak seninle savaşmamaya, seninle savaşacak bir topluluk içinde bulunmamaya söz veririm.

Bunun üzerine Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu adamı serbest bıraktı. O da arkadaşlarının yanına dönünce onlara:

  • Ben en hayırlı bir kişinin yanından geliyorum” demişti. (Şifa-i Şerif Şerhi I/234)

Allah’ın Rasûlü, başına kılıç dayanmışken hiçbir korku hissetmediği gibi, en nazik o anda bile adamı İslam’la buluşturmak gibi bir arzusu içerisindeydi, nitekim bu yüzden o muhataralı anda ona kelime-i tevhidi söylemesini teklif ile O’nu İslâm’a davet etmişti.

O’nun hayatını bu ince hikmetleri ile okuyan sahabe de ölümle karşı karşıya geldikleri idam sehpasında son arzularını gerçekleştirmek için kendilerine tanınan birkaç dakikaya:

-Mademki son birkaç dakikam daha var, o birkaç dakikayı da sizi İslâm’a davet için kullanmak isterim diyebilecek büyük bir tevekkül ve davet heyecanı içinde idiler.

Yine bir keresinde gece vakti Medineliler bir ses duyup düşman baskınına uğradıklarını düşünüp korkuya kapıldılar. Bir grup insan sesin geldiği yöne doğru gitti. O sırada dönüp gelmekte olan Rasûlullah onlarla karşılaştı. Zira Efendimiz önceden sesi duyar duymaz kılıcını kuşanmış, Ebû Talha’nın atına eğerlenmesini beklemeden atlamış ve onlardan önce işin aslını araştırıp dönmüştü. Dönüşünde onlara “Korkmayın, korkulacak bir şey yok buyurdu.” (Şifa-i Şerif Şerhi I/252)

“De ki Ey Habibim! Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarımızı bağışlasın.” (Al-i İmran, 31)

“Gevşemeyin! Hüzünlenmeyin! Eğer gerçekten îman etmiş kimselerseniz, üstün olan sizlersiniz.” (Al-i İmran, 139)

Can fedâ olsun O sultan’a fedâ/Bize O’nun için neler verdi Hudâ

PAYLAŞ:                

Abdullah Sert

Abdullah Sert Bey 1948 yılında Kütahya-Tavşanlı’da doğdu. İlk ve orta tahsilini Tavşanlı’da, lise tahsilini de Balıkesir İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı. 1966 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle