Önce Tevbe Sonra Salih Çevre

İyiye, doğruya ve güzele ulaşmak isteyen birinin, ilk olarak samimi bir şekilde tevbe etmesi ve içinde yaşadığı kötü çevreyi mutlaka terk etmesi gerekir. Güzel, temiz ve mutlu bir hayatı kucaklayıp ömür boyu bahtiyar yaşamanın ikinci şartı ise iyi kimselerle bir arada olmak, onlarla düşüp kalkmak, Allah’a giden yolda onlarla birlikte yürümektir.

“Dikkat ediniz, ben Habîbullâh’ım, ancak övünmek yok!”

(Tirmizî, Menâkıb,1/3616; Dârîmî, Mukaddime,8 )

 

Allah Teâlâ, mükerrem bir varlık olarak yarattığı Âdem neslinin, önce ferd ferd Yüce zâtına ve gönderdiği elçilere ve onlara indirilen ilâhî beyanlara inanmalarını, sonra da ilâhî ölçüler içinde huzurlu ve hayırlı bir hayat yaşamasını murad eder. Huzurla, hayırla yaşayan fertler bir araya gelince de huzurlu ve hayırlı bir toplum oluşur. Bir diğer ifade ile huzurlu ve hayırlı bir toplum ancak ilâhî ölçüler yaşanarak kurulabilir.

İnsan yaratılışından itibaren hemcinsleri ile bir ülfet ve beraberlik ihtiyacındadır. Kelime olarak da “insan” kelimesi “üns, ünsiyet” kökü ile irtibatlıdır. Yani insan hem çevresi ile devamlı bir ilgi içinde yaşamak arzusundadır hem de bulunduğu çevrenin müsbet ve menfî tesirlerine açık bulunmaktadır.

İnsanın ilk çevresi doğup büyüdüğü aile ortamından başlar, sonra eğitim ortamı, sonra iş çevresi, komşuları ve sosyal - kültürel çevreleri olarak devam eder. İnsan fıtratındaki bu gerçeği, Yüce dinimiz hep hayra, güzelliğe doğru yönlendirir. Âyet-i kerimede: “İyilik ve takvada yardımlaşın, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.” (el-Maide, 2) buyrulur. Tıpkı insana “fücur ve takva”nın ilham edilmesi, insan toplulukları da ya hayır ve takva üzere oluşur veya her türlü kötülük, ifsad ve inkâr üzere adeta sistemleşir.

Toplumların bir inkâr, ifsâd ve şer topluluğu hâline geldiği tarihi süreçte onları önce Yüce Yaratıcı’yı tanıyıp, îman etmeye sonra da hayırlı bir toplum olmaya davet etmek üzere tarih boyunca Hak elçileri, peygamberler gönderilmiştir.

Hâtemü’n-nebiyyîn (s.a.v) Efendi-miz, ilk tebliğinden itibaren inanç esasları, ibadet nizamı, toplum sistemi tamamen kendine has bir İslâm toplumu inşa etmiştir ki, bu millet-i İslâm veya Ümmet-i Muhammed’dir. Bu ümmetin ana vasfı ferdiyetçilik değil, birbirine ma’nevî bağlarla bağlı her biri bir diğerinin cüz’ü olan bir vücud bütünlüğüdür.

Allah Rasûlü Efendimiz (s.a.v) öncelikle ibâdetlerin cemaatla yapılmasını emretmiştir. Sonra da her mü’minin bulunduğu toplumda yalnız kalmamasını tavsiye etmişler, mübarek kelamlarında; Bir köyde veya kırda üç kişi olup da cemaatla namaz kılmıyorlarsa onlara şeytan musallat olur. Cemaata dikkat edin. Çünkü kurt yalnız olan koyunu yer.” (Ebû Davud, Salat, 46) buyurmuşlardır.

Diğer bir kelam-ı nebevide ise; Size bir ve beraber olmayı, ayrılıktan sakınmayı tavsiye ediyorum. Çünkü şeytan yalnız olanla beraber, iki kişiden ise uzaktır. Cennetin tâ ortasında olmak isteyen kimse İslâm toplumundan ayrılmasın.” (Tirmizî, Fiten 7/2165) buyrulmaktadır.

Dünyayı tek merkezden istedikleri gibi yönetmek isteyen global güçler, özellikle de İslâm toplumlarını bölüp parçalamak için ne yazık ki, o toplumların en sıhhatli yapıları olan sivil kuruluşlarını hedefe almış bulunmaktadırlar. Bu sivil kuruluşlar ya ellerindeki imkânları diğer kardeşleri ile paylaşmak veya Allah’ın emrettiği şekilde “iyilik ve takvâ”da yardımlaşarak “insanlığın huzur ve saadeti için çıkarılmış, öncü toplum (hayırlı ümmet)”i inşâ gayretindedirler.

Kur’an’ın mü’min insan için belirlediği hayat programı salih amellerle dolu bir hayat yaşamak ve hep salihler topluluğu içinde bulunmaktır. Bu hedef için; hem niyetleri diri tutup Rabbim! Bana, anne ve babama verdiğin nimetine şükretmemi, hoşnut olacağın sâlih amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat.” (Neml, 19) diyerek dua etmeli, hem de “İman edip de, sâlih ameller işleyenler var ya, biz onları mutlaka sâlihler (iyiler) arasına sokacağız.” (Ankebût, 9) ilâhî müjdesine tam bir imanla, ciddî bir şekilde gayret etmelidir.

Allah Resûlü (s.a.v) Efendimiz: “Yalnızlık, kötü arkadaştan daha hayırlıdır. Sâlih bir arkadaş ise yalnızlıktan daha iyidir.” buyuruyor. (Hakim, III, 343)

Her işimizde örnek almamız gereken Efendimizin -sallallâhu aleyhi ve sellem- veciz bir şekilde anlattığı ’99 kişiyi öldüren adamın’ hikayesi, içinde yaşanılan toplumun insanın şahsiyetine, hal ve davranışlarına ne kadar büyük tesirleri olduğunu göstermesi bakımından câlib-i dikkattir.

Ebû Saîd el-Hudrî (r.a)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular:

“Vaktiyle doksan dokuz kişiyi öldürmüş bir adam vardı. Bu zât yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir râhibi gösterdiler.

Bu adam râhibe giderek:

- Doksan dokuz adam öldürdüm. Tövbe etsem kabul olur mu? diye sordu.

 Râhip:

- Hayır, kabul olmaz, deyince onu da öldürdü. Böylece öldürdüğü adamların sayısını 100’e tamamladı. Sonra yine yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona sâlih bir âlimi tavsiye ettiler. Onun yanına giderek yüz kişiyi öldürdüğünü söyledi ve tövbesinin kabul olup olmayacağını sordu.

Âlim:

- Elbette kabul olur. İnsanla tövbe arasına kim girebilir ki! Sen falan yere git. Orada Allah Teâlâ’ya ibadet eden insanlar var. Sen de onlarla birlikte Allah’a ibadet et. Sakın memleketine dönme. Zira orası fena bir yerdir, dedi.

Adam, denilen yere gitmek üzere yola çıktı. Yarı yola varınca eceli yetti. Rahmet melekleriyle azap melekleri o adamı kimin alıp götüreceği konusunda tartışmaya başladılar.

Rahmet melekleri:

- O adam tövbe ederek ve kalbiyle Allah’a yönelerek yola düştü, dediler.

Azap melekleri ise:

- O adam hayatında hiç iyilik yapmadı ki, dediler.

Bu sırada insan kılığına girmiş bir melek çıkageldi. Melekler onu aralarında hakem tayin ettiler.

Hakem olan melek:

- Geldiği yerle gittiği yeri ölçün. Hangisine daha yakınsa, adam o tarafa aittir, dedi.

Melekler iki mesâfeyi de ölçtüler. Gitmek istediği yerin daha yakın olduğunu gördüler. Bunun üzerine onu rahmet melekleri alıp götürdü. (Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 46, 47, 48)

 Şu hâlde iyiye, doğruya ve güzele ulaşmak isteyen birinin, ilk olarak samimi bir şekilde tevbe etmesi ve içinde yaşadığı kötü çevreyi mutlaka terk etmesi gerekir.

Güzel, temiz ve mutlu bir hayatı kucaklayıp ömür boyu bahtiyar yaşamanın ikinci şartı ise, o gerçek âlimin tavsiye ettiği gibi, iyi kimselerle bir arada olmak, onlarla düşüp kalkmak, Allah’a giden yolda onlarla birlikte yürümektir.

“Ben Kur’an’ın bendesi, Hz. Mu-hammed’in ayağının tozuyum.” diyerek yolunu anlatan Hz. Mevlâna; “Salih insanlarla dost ol. Çünkü kervan ne kadar kalabalık olursa, yol kesenin beli o kadar kırılır.” buyurur.

Lokman Hakim de oğluna:

“Yavrum! Âlim ve ârif kimselerle beraber ol. Onların sohbetinden (cemaatten) ayrılmamaya çalış. Zira Allah Teâlâ yağmurla toprağı canlandırdığı gibi, hikmet nuru ile kalpleri canlandırır.” diye tavsiyede bulunur.

Günümüzde, mensûblarını tarih boyunca takvaya, hayırlı hizmetlere, infaka yönlendiren kadim cemaatler, hizmet grupları ne yazık ki menfi propagandaların hedefi haline getiriliyor. Diğer taraftan günah ve düşmanlığın sözcüsü sanal toplulukların ise önü açılıyor.

Mü’minler her şeye rağmen her nefesin bir sorumluluk manasına geldiği hayırlı ümmetin bir ferdi olduğu şuuru ile hem ferden sâlih bir insan olmak, hem de sâlihler topluluğunu inşada maddi ve ma’nevî fedâkarlık izhar etmek durumundadır.

Cânımız aşk ile kurban edelim/Es-salâtü ves-selâm diyelim.

اللهم صل على سيدنا محمد وعلى آله و صحبه وبارك وسلم

PAYLAŞ:                

Abdullah Sert

Abdullah Sert Bey 1948 yılında Kütahya-Tavşanlı’da doğdu. İlk ve orta tahsilini Tavşanlı’da, lise tahsilini de Balıkesir İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı. 1966 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle