Cennet Ehlinin En Büyük Pişmanlığı

Ayet-i kerîmede;

“O sâlim akıl sahipleri, öyle insanlardır ki, ayakta iken, otururken, yanları üstünde (yatar) iken, Allâh’ı hatırlayıp zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında inceden inceye düşünürler ve “Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın; Seni tesbih ederiz. Bizi ateşin azabından koru!” derler.”1 buyruluyor.

Âyet-i kerîmede:

“Gerçek mü’minler, Allâh’ın zikri ile kalbleri itmi’nâna (tam inanmaya) kavuşarak îmân edenlerdir. Uyanık olun! (İyi bilin ki) kalbler, ancak Allâh’ı zikretmekle mutmain olur (tam inanır, yatışır, huzur bulur).”2 buyruluyor.

Hadîs-i şerîflerde ise:

“Allâh’ı sevmenin alâmeti, Allâh’ı zikretmeyi sevmektir.”

“Kim bir şeyi severse onu çok zikreder.”

Âyet-i kerîme: “Öyle ise siz beni zikr edin, ben de sizi zikr edeyim. Bir de bana şükredin, bana küfrân-ı nimet (nankörlük) etmeyin!”3 buyruluyor.

Tefsirlerin beyânına nazaran;

Ey Kullarım! Siz Beni kusurunuzla zikredin. Ben sizi mağfiretimle zikredeyim.

Ey Kullarım! Siz Beni dünyada zikredin; Ben sizi ukbâda zikredeyim.

Ey Kullarım! Siz Beni tevbe ile zikredin! Ben sizi affımla zikredeyim.

Ey Kullarım! Siz Beni, itâatla zikredin! Ben sizi rahmetle zikredeyim, demektir.

Âyet-i kerîme:

“Îmân edenlerin zikrullah ile ve Hak’tan nâzil olan Kur’ân ile kalblerinin huşû’ bulacağı, titreyeceği zaman daha gelmedi mi?”4 itâbı da var.

Hadîs-i şerifte buyrulduğuna göre:

“Cennet ehli, Allâh’ın zikrinden gâfil olarak geçirdikleri vakitlerden başka hiç bir şeye hasret ve nedâmet duymayacaklardır.” Yâni, ehl-i cennet, ancak zikrullahtan gâfil olarak geçirdikleri dünya zamanına hasret ve nedâmet duyacaklardır.

Dikkat:

İnsanın, insân-ı kâmil olabilmesi için Hakk’ın emirlerini tutarak fikr-i müdâm ile zikr-i müdâma mazhariyeti gerekir. Bunda hiç bir mazeret olamaz.

Hadis-i şerifte:

“Hesab günü:

“– Neden zikirden gâfil bulundun?” diye sorulunca;

“– Dünyâ işlerini tedvir etmek beni meşgul etti.” diyene:

“– İşin, Süleyman -aleyhisselâm- kulumunkinden daha mı çoktu? O hem dünya hükümdarı ve hem peygamber idi. Bir an Hak’tan gâfil olmadı.”

Kezâ bir başkası:

“– Hastalığım mâni’ oldu.” deyince:

“– Eyyub -aleyhisselâm- kulumdan da mı daha ziyâde hasta idin? Vücudunun her tarafını hastalık ihata etmişti. Bir an Hakk’ın zikrinden uzak kalmadı.”

Bir diğeri:

“– Sıkıntıda, darda idim.” diyecek. Cevaben:

“– Yûnus -aleyhisselâm- kulumdan da mı daha darda idin? O balığın karnında yine Hakk’ın tesbihine devam etti.”

Kezâ bir başkası:

“– Kuyulara, zindanlara düştüm de zikredemedim.” deyince:

“– Yûsuf -aleyhisselâm- kulumdan da mı daha zor durumda idin?! O, oralarda bir an Hakk’ın zikrini, fikrini, hikmetini unutmadı!” denilecektir.

Böylece itiraz edenler hep mülzem kılınacaklar, susturulacaklar; mahcûb ve nâdim olacaklardır.”

Dünyada hâlis insanı Allâh’ın zikrinden alıkoyacak hiç bir manî’ yoktur. Manî’ olan nefsânî, şeytanî iğvâattır.

Dipnotlar: 1) Âl-i İmran Sûresi, 191 2) Ra’d Sûresi, 28. 3) Bakara Sûresi, 152. 4) Hadîd Sûresi, 16.

Mahmud Sâmî Ramazanoğlu,
Mükerrem İnsan, s. 42.

 

PAYLAŞ:                

Mahmud Sâmi Ramazanoğlu

Adana’da doğdu. Babası Ramazanoğulları diye bilinen aileden Müctebâ Bey, annesi Ümmügülsüm Hanım’dır. Adana’da rüşdiye ve idâdîde okuduktan sonra İstanbul’a gidip Dârülfünun Hukuk Fakültesi’ne kaydold

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle