Hayat, Bir Nöbetleşme Sahnesi

Muhterem Okuyucularımız;

Eskiler, “Âlimden zâlim, zâlimden âlim doğar.” demişler. Yani bazen Allâh’ın takdîri, bütün tedbirlerin önüne geçer; zifiri karanlığın ardından pırıl pırıl bir nûrun her tarafı aydınlatması gibi, bazen de nûrun ardından bir zulmet perdesi kaplar bütün cihanı… Zira hayatta hiçbir şey “olduğu gibi” kalmaz. Tebeddülât, değişim kaçınılmazdır.

Allah Teâlâ’nın “el-Hâdî” ve “el-Mudill” sıfatları arasındaki bu nöbetleşme, kıyâmet sabahına kadar devam edecektir. Bazen îman gâlip gelecek; mü’min ve müttakî insanlar, îmanlarının bedelini ödediği için dünya iktidar ve mîrasına da sahip olacaklar; bazen de küfür baskın gelecek ve dünyanın çehresi kirlendikçe kirlenecektir. Her karanlığın içinde “bir yerlerde” îman nûrunun ışıması sünnetullah olduğu gibi, Güneş’in her tarafı aydınlığa boğduğu devirlerde de küfrün, nifâkın, fısk ve fücurun temsilcileri hayatta kalmaya devam edecektir.

Hazret-i Nuh -aleyhisselâm- îman gayretiyle, Cenâb-ı Hak’tan “bütün kâfirleri helâk etmesini”[1] istemiş, böylece “geride kalan insanlara küfür ve isyanı öğretecek kimsenin kalmayacağını” düşünmüştü. Allah Teâlâ, 950 yıl tebliğ vazifesini hakkıyla yapan Nebîsinin duâsını kabul etmiş, kâfirlerin kökünü kazımıştı. Ancak dünyanın “dünya” olmasının gereği, “imtihan meydanı” olmasıydı ve bunun için de îman ile küfrün birlikte devamı şarttı. Nuh tufanı ile hiçbir ferdi kalmamış olan küfür; küllerinden tekrar ve tekrar doğdu. Çünkü insanın içinde nefis, dışında şeytan var olmaya devam ediyordu.

Bugün biz de çevrenin ne kadar bozulduğundan, evlâtlarımızı nasıl kaybettiğimizden dert yanıp duruyoruz. Evet, evlât nîmeti çok önemli. İhmalimiz, tembelliğimiz varsa, bu nîmetin hesabını vermek çok zor! El-hak, doğru. Ama onca gayret ve fedakârlığına rağmen Hazret-i Nuh da evlâdına, hatta hanımına ulaşamamış. Gözlerinin önünde onların helâk olduğunu seyretmek zorunda kalmış; şefkatli bir baba yüreğiyle:

“Yâ Rabbim, şüphesiz oğlum da âilemdendir; Senin vaadin elbette haktır. Sen hâkimler hâkimisin!” (Hûd, 45) diye duygularını dile getirmiştir. Buna mukabil Cenâb-ı Hakk’ın fermanı ve ölçüsü ise kat’îdir:

“Allah buyurdu ki: «Ey Nuh! O aslâ senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O hâlde hakkında bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme! Ben sana câhillerden olmamanı tavsiye ederim.»” (Hûd, 46)

O hâlde bir anne-baba, elinden gelen her şeyi yapacak ve evlâdının “mü’min” ve “sâlihlerden olması” için gayret gösterecek. Ama gücünü aşan hiçbir şeyden mes’ûl değil!.. O, son âna kadar evlâdının îmanına gayret etmekten, onu sâlihler arasında görmek ümidinden vazgeçmeyecek. Duâ edecek, dili döndüğü kadar nasihatte bulunacak. Ama îman, gönül işi. Ve herkes kendi îman ve amelinden hesaba çekilecek!..

Elbette kimse evlâdı sonsuz bir azap içinde kıvranırken Cennet’te yaşamak istemez. O hâlde gözümüzle görmüş gibi inandığımız bu hakikatin gereğini, henüz bu dünyada nefes alıp verirken yapmaya gayret göstermemiz gerekiyor. İş işten geçtikten sonra, evlâdımızı gözlerimizin önünde kaybettikten sonra âh-vâh etmek nâfile…

Cenâb-ı Hak, bizi de sevdiklerimizi de hakikî îman ve hidayetle buluştursun. Îmana kavuştuktan sonra küfre dönmeyi “ateşe atılmak gibi” kötü göstersin bizlere... Ayaklarımızı sırât-ı müstakîm üzere sâbit kılsın. Bizi, neslimizi ve bütün mü’minleri hidâyet yolunun rehberleri kılsın. Râzı olacağı bir ömür sürüp yine rızâsına kavuşmuş bir şekilde huzûruna kabul buyurduğu kulları arasına bizleri de dâhil eylesin. Bizi, nîmetler içinde yüzdürdüğü nebîleri, sıddîkları, şehidleri ve sâlih kullarıyla birlikte haşr u cem eylesin. Âmîn.

 

[1] Bkz. Nuh, 28.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle