Allah Teâlâ ve tekaddes hazretleri buyuruyor:
– Kim benim zikrimden yüz çevirirse onun hakkı dar geçimdir ve biz onu kıyamet gününde kör olarak haşr ederiz. Artık o zaman o: “Rabbim! Beni niçin kör haşrettin? Hâlbuki ben hakîkaten görüyordum.” diyecektir. Allah da şöyle buyuracak: “Öyledir. Sana âyetlerimiz geldi de sen onları unuttun. İşte bugün sen de öylece unutulursun.” (Tâhâ Sûresi / 124-126)
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- efendimiz buyurur:
“Rabbı olan Allah Teâlâ hazretlerini zikreden kimse ile zikretmeyen kimsenin misâli hayy ile meyyit (ölü ile diri) misalidir.”
Muhterem Sâmi Efendi hazretleri de; konuşmalarını en çok zikir üzerinde yaparlardı. Bilhassa yukarıdaki âyet-i kerîmeyi ve hadîs-i şerîfi hemen hemen her gün tekrar ederlerdi. Hak Teâlâ hazretlerinin yukarıdaki âyet-i kerîmede, kendisinin azametini idrâk edemeyip da anamayan ve unutan kimseye karşı ne kadar şiddetli muâmele yapacağı görülüyor, anlaşılıyor.
Yukarıdaki hadîs-i şerîfte zikir ehlinin mânen diri, zikirden nasibi olmayanın da mânen ölü mesâbesinde olduğuna işâret ediliyor. Aradaki mühim zıt farkı tebarüz ettiriyorlar. Zikir nîmeti Hâk Teâlâ hazretlerinin sevdiği kulları üzerine bahşetmiş olduğu en büyük nîmetidir, bunun fevkinde bir lütuf, ikram tasavvur edilemez.
Zikir mühim bir aşk ve îman ölçüsüdür. Seven sevdiğini çok zikreder, ara vermeden gece gündüz, her saatte her anda zikreder anmadan yapamaz. Mecâzî sevgilerde bile böyledir.
Bir kalbe aşk-ı ilâhî girerse, o gönülde Allah zikrinden başka hiçbir şey kalmaz, hepsi yok olur. Evvelce geçirilen büyük mecâzî aşklar bile.
Bizler de bir kul olarak, bize her şeyi karşılıksız bağışlayan, nîmetlerini tâdât edemeyeceğimiz, mün’im-i hakîkîmiz Allah Teâlâ ve tekaddes hazretlerini can ü gönülden her an anmamamıza imkân olabilir mi? Bizim bu anmamız da gene O’nun keremi ve inâyetiyledir. İnsan dâimâ Allah Teâlâ’yı anmakla vazîfelidir, mükelleftir. Dilini, bilhassa kalbini Rabbini anmakla değerlendirmelidir.
Cenâb-ı Hak insanı mükerrem kıldı. Ne bakımdan? Koyun gibi yemesi, içmesi, uyuması yönünden mi? Hayır ruhâniyeti îtibariyle yüce eyledi, kendine halife kıldı. Akl-ı selim sahibi olan, Allah Teâlâ’nın bu büyük iltifatına karşı dâimî olarak hamd edecek, şükredecektir ve büyük bir edep ve tâzimle kulluk vazîfesini îfâya himmet edecek ve bir an zikrullahtan mahrum kalmamaya sa’y ü gayret edecektir.
Zikrullaha vâsıl olan her şeye kavuşmuştur. Zikrullahtan mahrum olan da her şeyi kaybetmiştir. Zikrullaha nâil olan Allah’a kavuşmuştur. O yüce nîmeti tadamayan ancak kışırda kalmıştır.
Kim Cenab-ı Hakkı kalben dâimî olarak anabiliyorsa, o îkâna, yani kuvvetli îmana sahip olmuştur. Rabb-ı Teâlâ’yı büyük aşkla sevmiştir. Zikir hâli devam ettikçe, mânevî yollar açılmış, perdeler, hicaplar kalkmıştır. Zikrullah kalbin nuru, rûhun huzuru, gönlün cilası, aklın ölçüsüdür. Zikre devam edenin kalbi mâmûr, fiil ve ahlâkı güzel, rûhu sevinçli olur. Zikrullaha devam eden, şen şakrak olur, hiçbir keder onda barınamaz. Zikrullaha devam edenler, dünyacılarla fazla ülfet etmezler, çünkü gâfillerle ülfet etmek kalbe kasavet verir.
Kalb mademki nazargâh-ı ilâhîdir, onu muhâfaza etmek için çok dikkatli ve zeki olmak gerekir. Dâimâ sâlih, mâneviyatlı kimselerle ülfet etmek, onların meclislerinde bulunmak lâzımdır.
Büyük tâzimle zikrullaha devam ettikçe letâifler açılır, zikir hâli sıra ile letâiflerde görülür. Daha tekâmül ederse bütün sadrı istilâ eder. Daha da gayret sarf edilirse nefse, oradan da bütün cesede intikal eder.
Sâdık Dânâ-Altınoluk Sohbetleri-2, s.88- Erkam Yayınları
YORUMLAR