Kurban Fedakârlıktır ve Aczini İtirâftır

Kurban Fedakârlıktır

402.Sayı | 2019 Ağustos Osman Nûri Topbaş

İman, en büyük muhabbettir. Muhabbet ise ispat ve bedel ister. Gerçek bir muhabbetin kantarı da, fedakârlıktır. Yani fedakârlığın kadar muhabbetinde samimîsin demektir.

İnsan en büyük bedelleri, muhabbeti uğruna öder. Muhab-bette samimiyetin alâmeti, sevilen uğrunda girilen risk, yapılan feda-kârlık, katlanılan zorluklardır. Sevdiği için kendi rahatından, im-kâ-nından, menfaatinden vazge-çemeyen, gerçek mânâda seven değildir.

Gerçek mânâda seven biri, sevdiğine fedakârlıkta bulunmayı aslâ bir zahmet, külfet ve mihnet olarak görmez. Bilâkis târifsiz bir zevk, doyumsuz bir lezzet ve hakikî saâdet olarak telâkkî eder. Sevdiği uğruna canını bile verse, bunu az görür.

Kurban İbadetine Tâzîm

Kurbanlar, İslâm’ın şiarlarındandır. Dolayısıyla kurbana ehemmiyet göstermek, îman ve takvâ alâmetidir.

Nitekim Hac Sûresi’nin 32. âyet-i kerîmesinde:

 “…Her kim Allâh’ın şiarları/nişâneleri (olan kurbanlıklar)a tâzim eder/saygı gösterirse, şüphesiz bu, kalplerin takvâsındandır.” buyrulmaktadır.

Dolayısıyla imkân varsa, kesim esnâsında; huşû, tâzim ve ihtiram duyguları içinde kurbanın yanında beklemek, makbul görülmüştür.

Nitekim Rasûlullah (s.a.s.) Efen-dimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Ey Fâtıma! Kalk, kurbanının yanında bulun! Şunu iyi bil ki onun kanından yere düşen ilk damla ile, işlemiş olduğun (küçük) günahlar affedilir.” (Hâkim, IV, 247/7524; Heysemî, IV, 17; Beyhakî, Şuab, V, 483)

İslâm’ın şiarlarından olan kurban ibadetine tâzim ve hürmet hususunda büyüklerimiz Sâmi Efendi Hazretleri ve pederim Mûsâ Efendi de büyük titizlik gösterirlerdi:

–Bir çukura iki kurban kestirmezlerdi.

–Kurbanın gözünü bağlatırlardı.

–Kesileceği yere zorla iterek sürükletmezlerdi. Şâyet küçükbaş bir kurban ise, kucağa alınarak şefkat ve mülâyemetle götürülmesini isterlerdi.

–Hayvana eziyet vermeyecek şekilde güzelce kesilmesini ve kanının iyice boşalmasını arzu ederlerdi.

–Kurban kesilirken başında bulunur, getirilen sandalyeye oturmaz, bir ibadet vecdiyle ayakta beklerlerdi.

Kurban ibadetinde takvâ alâ-meti olan bu nevî âdâba da mümkün mertebe riâyet etmek gerekir. Zira âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere:

“Onların ne etleri ne de kanları Allâh’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır…” (el-Hac, 37)

Mevlânâ Hazretleri de:

“Sakın ola ki keçinin gölgesini kurban etmeye kalkışma!..” buyurur.

Zira kurban edilen hayvanın eti-kemiği, gölge varlıktır. Aslolan, onun ifade ettiği mânâdır. Yani Mevlânâ Hazretleri âdeta; “Sakın ola ki sen kurbanı; koyun kesmek, kebap yemek, kendine ziyafet çekmekten ibaret zannetme!” buyuruyor. Zira kurban, gönüldeki takvâ hissinin ve Allah muhabbetinin bir sembolüdür.

Gerçek Bayram

Ramazan bayramı; oruçla, riyâzatla, takvâ ile geçirilen bir ayın ardından lûtfedilen sevinç günleriydi. Kurban bayramı da Allah için yapılan fedakârlıkların bir şehâdetnâmesidir. Fedakârlığın, mâşerî vicdanda yaşanmasıdır.

Kurban bayramı, bilhassa zor zamanlarda din kardeşliğini yaşama bayramıdır. Toplumumuzdaki fakirler, garipler, İslâm coğrafyalarındaki mazlumlar, muhtaçlar ve çaresizlere kurban vesîlesiyle de olsa tebessüm ettirme bayramıdır.

Mü’min, din kardeşinin sevincini paylaşmak kadar hüznünü paylaşmaya da gönüllü olmalıdır. Bilhassa İslâm coğrafyasının zor günler geçirdiği zamanımızda din kardeşlerimize daha fazla sahip çıkmaya gayret göstermeliyiz.

Meselâ, düğünler bir sevinç ve mutluluk günüdür. Fakat Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz, o sevinci paylaşmaya zenginler davet edilip fakirler mahrum edilirse, “o ne kötü bir düğün ziyafetidir” buyuruyor.

Buna kıyasla diyebiliriz ki, bayramlar da sevinç günleridir. Fakat bayramlar, zenginiyle fakiriyle bütün ümmetin sevinç günü olmalıdır. Zenginlerin şımarıkça eğlendiği bir tatil günü olmamalıdır. Bilhassa fakir-fukara, garip, kimsesiz, mazlum, dul, yetim ve muhtaçlarla bayramlaşmak ve onların gönüllerini almak, bayramı gerçek mânâsıyla idrâk ve ihyâ etmektir.

Kurban bayramı; ikram, ihsan ve fedakârlık günleridir. Kurban etinden mahrum olan, senede bir defa kurban vesîlesiyle et yiyebilen dünyada sayısız müslüman mevcut. Onlara kurban vesîlesiyle İslâm kardeşliğinin güzelliğini tattırmalıyız. Hattâ kurban bayramındaki vâcip kurbandan sonra da imkân buldukça o kardeşlerimize sadaka, şükür, adak gibi kurbanlarla bu ikramlara devam etmeye gayret göstermeliyiz.

Velhâsıl din kardeşlerimizi dâimâ kendimize zimmetli görmeliyiz ki hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet günü Arş’ın gölgesinde gölgelenen 7 zümreden birine dâhil olabilelim…

Cenâb-ı Hak, kurban ibadetini rızâsına muvâfık bir şekilde edâ edebilmeyi cümlemize nasîb eylesin. Kurbanlarımızı kendisine yakınlık vesîlesi kılsın.

Âmîn!..

 

Kurban Aczini İtirâftır

239.Sayı | 2006 Ocak Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz

Kurban kelime anlamı itibâriyle “takarrüb ve yakınlaşma” demektir. Istılahta ise Allah’a yakınlık niyetiyle muayyen zamanda hayvanların boğazlanmasıdır. Nitekim Allah Teâlâ: “Sizin kurbanlarınızın ne etleri, ne dek kanları Allah’a ulaşır, Allah’a ulaşacak olan sâdece kalplerinizdeki takvâ duygusudur.” buyurur.

Kurban Hz. Âdem’den beri insanlığın tanıdığı bir şiârdır. Takvâ boyutuyla erdirici bir özelliğe sahip olduğu halde takvâdan ve iyi niyetten; nefsi ıslah ve Allah rızasından uzak olunca yorgunluk ve itlâftan ibâret olmaktadır.

Gerek hacdaki kurban, gerekse haccın dışındaki vâcip kurbanın insanlar için mânevî, sosyal ve ekonomik pek çok hikmet ve faydaları vardır. Kurban öncelikle teslîmiyeti, Hakk’ın emrine boyun vermeyi anlatır. İnsanın kendi elleriyle beslediği bir hayvanı icâbında kendi elleriyle boğazlaması kolay değildir. Kurban ibâdetinde bu dünyada her şeyin emânet olduğu ve Hakk’ın dışındaki hiçbir şeye sevginin sınırsız olamayacağı vurgulanmaktadır. İnsan kurbanla beşeri duygularını kurban etmeyi ve faniliğe bağlanmanın yetersizliğini daha iyi anlamaktadır.

Kurban Yüce kudret karşısında aczini itirâftır. Kurban özünden verebilmek, tutkulardan soyutlanabilmektir. Verilen nimete şükrü kalpte yaşamak ve şükrün, nimeti başkalarıyla paylaşmak anlamına geldiğini idraktir. Kurban kalbi korumak için fânîliğe âid yönelişlerden pişmanlıktır. Mâsivâya meyil ve muhabbetten nedâmettir. Nefsin meylini ve kalbe baskısını önleyerek gönlü korumak; yâni takvâdır. Kurbandan bize kalacak olan sâdece takvâ duygusudur. Nitekim oruç ibâdetinin ana gayesi takvâ, namazın zikir, huşû ve huzûr-i kalb, zekâtın mânevî arınma olduğu gibi kurbanın hikmeti de takvâdır.

Allah için kesilen kurbanın şükre vesile olması için başkalarıyla paylaşılması, işin kurbanın mânevî kârıdır. Nitekim Allah Rasûlü kestiği hayvanın dağıtılmasını emretmiş ve akşamleyin hane halkına:”hayvandan ne kaldı?” diye sorduğunda Âişe Vâlidemiz: “Sırt kemiği hariç hepsi dağıtıldı.” demişti. Allah Rasûlü: “Desene sırtı hariç hepsi bizim oldu.” buyurmuştu. Bu hadiste verilenin, infak edilenin peşin kâr gibi mânevî kazanca yazılacağı açıkça ifâde buyurulmaktadır.

PAYLAŞ:                

Halil İbrahim Kurucan

1967 yılında Erdemli'de doğdu.İlkokulu Yeşildere mahallesinde, ortaokul ve liseyi Erdemli İmam Hatip Lisesinde bitirdi.İstanbul üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi mezunu.Aziz Mahmud

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle