Fert olarak insan için ölüm ne kadar yakın bir gerçek ise kainât için de kıyâmet aynı yakınlıkta bir gerçektir. O halde bugünü, yarın bize lazım olacak amellerle geçirmek, orası için ciddi bir hazırlık yapmak ve oraya eli boş gitmemek lazımdır. Yapılacak hazırlığın özünü de “takvâ”, yani Allah’a gönülden saygı besleyip O’na karşı gelmekten ve neticede O’nun azabına uğramaktan sakınmak oluşturur.
Enes b. Mâlik radıyallahu anh’ın anlattığına göre bir kişi Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelip “Kıyâmet ne zaman kopacak?” diye sordu. Efendimiz (a.s.) “Kıyamet için ne hazırladın?” buyurunca o kişi “Allah ve Rasûlü’nün muhabbetini…” cevabını verdi. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) “Öyleyse sen sevdiğinle beraber olacaksın” buyurdu. Enes (r.a.) devamla der ki: “İslâm’a girmekten başka hiçbir şey bizi Allah Rasûlü’nün “Muhakkak sen sevdiğinle berabersin” sözü kadar sevindirmemiştir. İşte ben de Allah’ı, Rasûlü’nü, Ebûbekir’i ve Ömer’i seviyorum ve -her ne kadar onların yaptıkları amelleri yapamadıysam da- onlarla beraber olmayı umuyorum.”[1]
İnsan fânî, ölüm ânî, öncekiler nerde hânî! Fert olarak insan için ölüm ne kadar yakın bir gerçek ise kainât için de kıyâmet aynı yakınlıkta bir gerçektir. Yüce Rabbimiz bunu sık sık hatırlatır:
وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ
“… Kıyamet bir göz kırpması kadar yahut daha da kısa olacaktır. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.”[2]
“Ne zaman gelip çatacak?” diye sana kıyamet saatini sorarlar. De ki: “Onun hakkındaki bilgi sadece rabbimin katındadır. Vakti geldiğinde onu açığa çıkaracak olan ancak Allah’tır. O (kıyamet), göklere de yere de ağır gelecektir! Sizi ansızın yakalayacaktır!” Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi Allah katındadır, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”[3]
Yüce Rabbimiz kıyametin yakınlığını bir de şu dikkat çekici ifadeyle haber vermektedir:
اِنَّهُمْ يَرَوْنَهُ بَع۪يداًۙ وَنَرٰيهُ قَر۪يباًۜ
“Doğrusu onlar o kıyâmeti ihtimalden uzak görüyorlar Biz ise onu yakın görmekteyiz.”[4]
Şu âyet-i kerimede ise kıyâmetin yakınlığı “ğad/yarın” kelimesiyle ifade edilerek o güne ciddi bir hazırlık yapılması istenmektedir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿18﴾
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes yarın için ne hazırladığına bir baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının; çünkü Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”[5]
Bu âyet-i kerimede âhiret gününden “ğad/yarın” diye bahsedilmesinin ifade ettiği elbette pek derin mâna ve hikmetler vardır:
- Kıyâmetin, bugünden hemen sonra yarının gelmesi gibi, çok yakında vuku bulacağını bildirmektir. Dolayısıyla kıyameti yarın olacakmış gibi telakki ederek amel-i sâlih işlemeye teşvik etmektedir.
- Allah katında zamanın, birisi amel zamanı olan dünya günü, diğeri de karşılık zamanı olan âhiret günü olmak üzere iki günden ibaret olduğuna işaret eder. Buna göre “bugün” dünya, “yarın” âhiret demektir.
Böylesine bir uyarıyla insana, bugünü oyun, eğlence ile oyalanıp yarın ne yiyip ne içeceğini, nerede barınacağını düşünmemenin ahmaklığın ta kendisi olduğu hatırlatılır. O halde bugünü, yarın bize lazım olacak amellerle geçirmek, orası için ciddi bir hazırlık yapmak ve oraya eli boş gitmemek lazımdır. Yapılacak hazırlığın özünü de “takvâ”, yani Allah’a gönülden saygı besleyip O’na karşı gelmekten ve neticede O’nun azabına uğramaktan sakınmak oluşturur.
Bu âyet-i kerîmeyle ilgili Efendimiz (s.a.v.)’den bir hatırayı Cerîr b. Abdullah (r.a.) şöyle anlatır:
“Birgün erken vakitlerde Resûlullah (s.a.v.)’in huzûrunda idik. O esnâda Mudar kabîlesinden, kılıçlarını kuşanmış, perişan bir topluluk çıkageldi. Gelenlerin üzerinde kaplan derisine benzeyen, alaca çizgili basit bir aba vardı. Bu abayı delerek başlarından geçirmişlerdi. Fakat neredeyse çıplak vaziyetteydiler. Onları bu derece fakir görünce Allah Rasûlü’nün yüzünün rengi değişti. Hemen evine girdi. Sonra çıkıp Bilâl’e ezân okumasını emretti, o da okudu. Sonra Bilâl kâmet getirdi ve Efendimiz namaz kıldırdı.
Akabinde bir hutbe îrâd ederek şu âyet-i kerîmeyi okudu:
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini var eden, bu ikisinden de birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. İsmi hürmetine birbirinizden dilekte bulunduğunuz o Allah’a saygısızlık etmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Çünkü Allah sizin üzerinizde tam bir gözeticidir.”[6]
Sonra da şu âyeti okudu: “Ey iman edenler! Allah’a gönülden saygı besleyip O’na karşı gelmekten sakının ve herkes yarın için ne hazırladığına bir baksın…”[7]
Daha sonra: “Herkes altınından, gümüşünden, elbisesinden, bir ölçek bile olsa buğdayından, hurmasından sadaka versin. Hattâ yarım hurma bile olsa sadaka versin” buyurdu. Bunun üzerine Ensâr’dan bir adam, ağırlığından dolayı neredeyse kaldırmaktan âciz kaldığı, hattâ kaldıramadığı bir torba getirdi. Ahâlî birbiri peşine sökün edip sıraya girmişti. Sonunda yiyecek ve giyecekten iki yığın oluştuğunu gördüm. Baktım ki Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in yüzü gülüyor, sanki altın gibi parlıyordu…”[8]
İbrâhim Edhem (k.s.) der ki:
“Öbür âlemde teraziye konacak en ağır amel, burada bedene en ağır gelendir. Buna göre nefsini terbiye edip bol bol hayırlı ameller yapana öbür âlemde bol bol ecir verilir. Bu âlemden âhirete amelsiz gidenin ise öbür âlemde iki eli boş kalır.”[9]
Birisi öldüğünde onun vârisleri “Peşinden ne bıraktı?” derler. Melekler ise “Âhiret için ne hazırladı?” derler.
Nitekim cennet kapısının bekçi melekleri takvâ sahiplerini selâmla karşılayacaklar, onları cennete buyur edecekler, bu müjdeyi alan müttakîler ise Allah Teâlâ’ya şöyle hamdedecekler:
وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي صَدَقَنَا وَعْدَهُ وَاَوْرَثَنَا الْاَرْضَ نَتَبَوَّاُ مِنَ الْجَنَّةِ حَيْثُ نَشَٓاءُۚ فَنِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَ
“(Müttakîler) “Bize verdiği sözü yerine getiren ve cennetten bize dilediğimiz yerinde mesken kurabileceğimiz yurt bağışlayan Allah’a hamdolsun!” diyecekler. (Bunun için) çalışıp çabalayanların ecri ne güzel!”[10]
Hz. Ömer (r.a.), bir gün Bakî kabristanının yanından geçerken: “Allah’ın selâmı üzerinize olsun ey kabir ehli! Buraları soracak olursanız, hanımlarınız evlendi, evlerinize başkaları oturdu, mallarınız mirasçılara dağıtıldı” der. Hâtiften bir ses de “Ya Ömer! Sen de buraları soracak olursan, önden ne göndermişsek burada onu bulduk, Allah yolunda harcadığınız şeylerin karşılığını fazlasıyla aldık, elimizden geldiği halde yapmadığımız şeyler konusunda da hüsrâna uğradık” diye seslenir.[11]
[1] Müslim, Birr, 163.
[2] Nahl 16/77.
[3] A’râf 7/187.
[4] Meâric 70/6-7.
[5] Haşr 59/18.
[6] Nisâ 4/1.
[7] Haşr 59/18.
[8] Müslim, Zekât 69.
[9] Velîler Ansiklopedisi, I, 227.
[10] Zümer 39/74.
[11] Kurtubî, el-Câmi‘, II, 73.
YORUMLAR